Kapodoya tarih sayfalarında (Persler) güzel atların ülkesi olarak geçiyor. Ama artık balonların üllkesi olmuş durumda. Artık peri bacalarından veya diğer tarihi yerlerden fazla balon turizmi ile anılıyor. (belkide bu yüzden Peri bacalarının arasından asfalt yol geçirip tur otobüslerine alan yaratmışlardır).
Sabahın körü yerler buz, ne o, balon kalkışı izlemeye geldik. Arabayı da çamura sapladık. bakalım balonlar kalktıktan sonra birde kalkabilecekmiyiz :)
Hava durumuna göre kalkış yerleri değişiyor. Tur firmalarından bilgi almanızda yarar var. Veya en iyisi sabah tur araçlarının peşine takılmak.
İniş yapan bir balonun söndürülme anı. Elemanlar balonu toplarken tura katılanlar şampanya içiyor :)
Balon merakınız varsa erken kalkmayı ve soğuk havayı göze alın :)
Bu yazı 2022 Nisan ayının yazısı, yazıyı tam yayımlacakken, bilgisayarın hard diskini değiştirdim ve yazıların yedeğini almayı unuttum. Tekrardan yazmak çok zor geldiği için bu güne kısmet oldu :)
İlk olarak Uçhisar’a geldik. Rüzgarlı günler, hava gündüz açık ve keyifli ama geceleri ısırıyor. Önce sokakları biraz arşınladık, geç geldiğimiz için Uçhisar’ın esas tarihi tepesine çıkmadık. Sabah kahvaltıdan önce ilk iş bu alanı ziyaret ettik. Ama köpek almadıkları için nöbetleşe gezmemiz gerekti. Buraya giriş paralı ve müze kart geçmiyor. Yine deli gibi rüzgar esiyor, kafamın içine kadar kum doldu. Tepeye çıkarken yanıma dürbünü aldım ve etrafta park etmiş karavanlara bakarak yer tespiti yaptım :) Karavanların çoğu, açık arazide tepelerin arasında konumlanmış durumda. Uçhisar’da 3 gün konakladık. Normalde bu kadar zaman geçirilecek bir yer değil ama gelmişken pazar alışverişimizi yapmak için fazladan kaldık.
Uçhisar’a adını veren yer. Şehrin en tepe noktası görmeden geçmeniz mümkün değil. Giriş ücretli (müze kart geçmiyor)
Şansımıza çöl tozlarına denk geldik her yer puslu
Gerçek balon değil :)
Kaya yüzeyindeki küçük oyuklar güvercinler için. Hala güvercin gübresi toplayıp kullananlar var.
Uçhisar büyük bir alana yayılmış.
Dürbün ile bakarak karavanların durduğu yerleri tespit ettim :)
Göreme açık hava müzesi, balon uçuşları, gün batımları ile bölgeye gelenlerin en çok ziyaret ettiği yerlerin başında geliyor. Müze çok kalabalık olduğu için, girişi daha sonraya bırakarak, dürbünle tespit ettiğim noktalardan birine doğru rotayı çevirdik. Ana yoldan ayrılıp araziye girince, iyice toza bulandık ama Kızılvadi manzaralı güzel bir konuma yerleştik. Gece çakal sesleri arasında uyuduk. Huzurlu ve keyifli bir gece geçirdik, sabah 8-9 gibi kalkarak balonları görmek için gökyüzüne baktık ama 1-2 tane dışında bir hareket yoktu.
Yabani süsen (iris)
Arka tarafta kızılvadiSüsen (iris)Süsen (iris) çorak bir arazide farklı renkleri ile günümüze renk kattılar.Uzakta yabancı karavanlar ve 2 tane deve ile tur atan turistler var
Şafakta balonlar vadinin içinden yükseliyor.Gece ay ışığında fotoğraf denemeleri :)
Göreme’nin ışıklarıKızılvadinin içleri.
Vadinin içinden geçen çok güzel yürüyüş rotaları var.
Günün ilerleyen saatleri, uzun bir aradan sonra tozsuz net bir hava.
Bahar dalları.
Manzaramız güzel olmakla birlikte, hareketin olduğu noktaya çok uzak kaldığımızı fark edince, tekrar yer değiştirdik ve Göremeyi tepeden gören daha merkezi bir konuma geçtik. Bu geçtik kısmı biraz sorunlu oldu. Yoldan ayrıldığınız anda, toprak yollar araçları yutmaya hazır yumuşak, tozlu, kumlu ve çamurlu çok eğlenceli bir hal alıyor. Girdiğimiz yol 1,5 araçlık, etrafı 1-2 metre yüksekliğinde toprak yığınlarından oluşan, bağların arasından geçen bir yol. Yolun genişliği bir müddet sonra 1,5 araçtan 1,25 araca düşünce ve önümüzde de geri nasıl çıkacağımız belli olmayan bir rampa çıkınca, dönmek istedik. İleri geri yaparken aracın burnu ve arkası kum tepelerine yaslandı ve kitlendi. Bir de, arkamızdan 2-3 tane arazi aracı gelince bir anda harika bir atmosfer oluştu :) Neyse ki Pınar inerek ileri geri bana yön verdi (karavana birazda omuz atmış olabilir). Bu kargaşadan kurtulup, 5-6 karavanın durduğu bir noktaya yerleştik. Ve yarın sabah balon kalkışlarını izlemek için pozisyonumuzu aldık. Sabah yine gökyüzü bomboş, insan biraz şüpheye düşmeye başlıyor, yahu bu yüzlerce balonun fotoğraflarını kim, nerede çekiyor diye. En sonunda tur firmalarından birini arayarak bilgi aldık. 1-) Uçuşlar sabah gün doğmadan başlıyor 8-9 gibi de bitiyor, yani erken kalkmak gerekiyor :) 2-) Rüzgar önemli eğer rüzgar hızı fazla olacaksa, uçuşa izin verilmiyor. Tabi biz bunları öğrenene kadar toz fırtınası ve kötü hava geldi. Görünen o ki 4-5 gün uçuş yok. Bu şartlar altında arazinin ortasında, kumu tozu yememek için, önce Ürgüp’e gittik.
Karavan kayaların arasında kamufle olmuş :)
Göreme açık hava müzesi.
Kapadokya’da günbatımına Pafi yorumu :)
Gündüz çok sıcak çoook.
Ürgüp şehir içi olarak çevredeki en az yıpranmış yer, en azından yapılan yapılar nispeten taş ustalığını yansıtan çevreye uygun yapılar.
Peri bacaları, peri yok
Kahvaltı saati (bizim için)
Ürgüp’den sonra Avanos’da 2-3 gün kaldık. Kızılırmak kıyısında keyifli bir nokta ama ırmak kıyısı rüzgarın da etkisi ile geceleri bayağı soğuk oluyor. Burada da çömlek atölyeleri ve eski evlerin olduğu hoş sokaklar var.
İsteyince çevreye uygun renkler kullanılabiliyormuş demek ki.
Avanos ta hava durumu takibimiz ve tur firmaları ile yaptığımız görüşmeler sonunda, ertesi gün uçuş olacağını öğrenince, sabah 04:00’de (yazıyla dört) yola çıkarak, Göreme’de müzenin karşısında bulunan arazilerden kalkacak balonlara bakmaya karar verdik. Sabah Göreme’ye gelmeden önce, önümüzde balon taşıyan araçların ve yolcu taşıyan servislerin bulunduğu bir gruba rastladık. Hemen dönerek, onları takip etmeye başladık. Asfalt yol bitti, ardından tarlaların arasından geçen çamurlu ama buz tutmuş bir araziye girdik. Bir anda etrafta yüzlece balon ve binlerce insanın bulunduğu kocaman bir düzlüğe geldik. Önümüzdeki servis araçları balonlardan biraz uzağa, bir tarlaya girdi, bizde onları takip ettik ve battık :) Baktık uğraşmanın alemi yok, balonların kalkışını kaçıracağız. Hem etrafta da bir sürü dört çeker var, eğer birinin yolunu engellersek, nasıl olsa bir el atan olur diye işi oluruna bıraktık ve etrafı seyretmeye başladık. Balonlara önce çok büyük pervanelerle normal hava basılıyor. Balon belli bir hacme ulaşınca bu sefer sıcak hava ile kalkması sağlanıyor. Her yerde çalışan pervaneler ve alev makinaları ile gerçekten kaçırılmaması gereken bir şölen. Balonlar, dik pozisyon almaya başlayınca, yolcular sepete biniyor ve kalkış gerçekleşiyor. Her balonda 2 pilot var. yolcu kapasiteleri değişiyor 10 ila 28 kişi arasında kapasiteleri var. Büyük sepetli balonların tur fiyatları haliyle daha makul. Kalkışlar, yaklaşık 30dk içinde bitti. Ortalık sakinleyince, biraz ileri, biraz geri derken, karavan devrini buldu ve patinaja kalmadan çamurlu buzdan kurtardık. Aralarda birkaç fotoğraf çekmek için durduk ve biz Göreme’ye geldiğimizde uçuşlar neredeyse bitmişti.
Kapadokya uzun yıllardır gitmediğimiz güzel bir bölgeydi, tekrar görmek ve uzun bir süre buraları keşfetmek keyifliydi. Bir çok turistik bölgede olduğu gibi, burada da çevreye ve esas para kazanmalarını sağlayan doğal dokuya karşı çok hoyratça davranılıyor. Fiyatlar Güneydeki bir çok tatil yerinden pahalı, süprizlere açık olun :)
Uçmasanız bile, balonların kalkışını izlemeye mutlaka gidin. Açık hava müzesini gezin. Ortahisar’da ki Kızıl vadiye uğrayın, zamanınız varsa yürüyüş yapın. Avanos’ta Kızılırmak kıyısında çay için. İyi bir planlamayla 2-3 gün yeter. Bölge, daha fazla hırpalanmadan kaçırmayın :)
NOT: O kadar çok balon fotoğrafı ve videosu çekmişim ki bu yazıya eklesem sayfa çökecek, eklemesem içimde kalacak. Balon meraklıları için ikinci bir bölüm açacağım ilgilenene :)
Göbeklitepe’den sonra yola devam etmeyerek, Şanlıurfa’da bulunan otoparka geri döndük, iyi ki öyle yapmışız. Şanlıurfa-Mardin yolu çift gidiş, çift geliş bir yol olmasına rağmen, bu gezide gördüğümüz en berbat yoldu. Delik deşik ve kasislerle dolu yolu tamamlamamız 5 saatimizi aldı. Karavanın içinde zıplamadık eşya kalmadı.
Mardin’e giden arkadaşlarımız, eski şehre karavan ile girmeyin, yolları çok dar ve tek yön, çok uğraşırsınız dediler. Tabi biz dinlemedik ve eski şehre girdik :) yol dar ama biz İtalya sokaklarında bu karavanla dolaşmışız Mardin’in yolları ne ki :) Otopark seçeneği karavan için sınırlı, ama şanslıydık ve güzel bir yer bulduk. Merkeze 700-800 metre yürüme mesafesinde.
Akşam Mardin manzarası.
Mardin Olgunlaşma Enstitüsü.
Bazı sokaklar çıkmaz sokak. Evin sahibi hariç :)
Sadece ekmek yok, bir sürü farklı çeşit var. Ayrıca süryani kurabiyesi de satılıyor. Tatlı seviyorsanız, çeşit daha bol.
Kapılara devam :)
Bu kadar yüksek noktada böyle bol bir su ilginç geldi. Tek çeşme de bu değil, farklı yerlerde çeşmeler gördüm. Ama sağına soluna yazı yazılmamış en temiz çeşme buydu.
PTT binası ve kedisi.
Neymiş efendim oradan gitmezmiş, sanki yolu biliyorda inatlaşıyor sıpa :)
Yemek molası.
Tünelin içinde bir kapı var. Tünelden geçerken kapı aniden açılsa, bayağı heyecan olurdu :)
Pafi yoldan geçen bir kadına çok ilgi gösterdi, kadın da ay ne şeker şeysin falan derken Pafi kadının elindeki elmayı kaptı (böylelikle ilginin sebebi anlaşıldı :) )
Daha ağır yükler için katırlar kullanııyor.
İlgi bekleyen bir ev.
Eski şehrin nispeten bozulmadan kalmasının nedeni, çok dik bir bölgeye, sıkışık nizam inşa edilmiş olması. Yeni şehir aşağıda düz alana yayılmış da eski Mardin kurtulmuş. Araçların geçeceği genişlikte taş döşeli yolların yanı sıra, dar sadece yaya dolaşabileceğiniz bir sürü sokak var. Bu sokaklarda eşya taşımak veya temizlik için hala eşeklere ve atlara ihtiyaç duyuluyor. İlk defa bir şehirde müze gezmedik, şehir zaten müze gibi. Mardin’de bir çok güler yüzlü güzel insanla tanıştık. Gezerken en çok keyif aldığımız şehirlerden bir oldu. Bazı binaların çatılarında yeme içme yerleri var. Buralarda oturup ova manzarası eşliğinde güzel zaman geçirebilirsiniz, yürümeyi seviyorsanız daracık ama keyifli sokakları var. Yeme içme konusunda seçenek çok. Pilav üstü kaburgayı mutlaka deneyin. Pilav da karanfil ve tarçın var, ama bu baharatlara aldanmayın bayağı acılı. Süryani kurabiyesinin de bir tadına bakın. Bir sürü farklı, yöresel lezzeti tadabileceğiniz seçenekler var. Yemek aralarında gümüşçü’leri gezebilirsiniz (gümüşçü demek biraz hafif kalıyor ama ne denir bilemedim). Yerel şarapları tadabilir, hoşunuza gidenleri alabilirsiniz. Yani her keyfe ve keseye uygun alternatif var. Gideceğiniz mevsimi iyi ayarlayın, sonra taş sokakların arasında sıcaktan telef olmayın :)
Küçük tabak, yöresel lezzetlerin olduğu bir tadım tabağı. Diğerinide ise içinde kuru erik, et, nohut olan başka bir şey ismini sormayın hatırlamıyorum. Zaten yöresel isimleri hatırlamak başlı başına bir iş :)
Eski çarşılardan biri. Ana caddenin bir alt paralelinde bu tip eski dükkanların olduğu farklı yerler var. Mutlaka dolaşın.
Bu bölgeye gelirseniz, tarihin sıfır noktası olarak kabul edilen bu alanı mutlaka ziyaret edin. Göbeklitepe’nin önemi, daha önce insanlığın gelişimi için oluşturulan, büyük dini yapıların ve inanç siteminin, ancak tarım çağı ile olabileceği. Çünkü büyük organizasyonların ve planlamaların ancak düzenli gıda ihtiyacının karşılanabileceği bir sistemin, avcı toplayıcı toplumların yapamayacağı yönündeki inancı yıkması olmuş. Yani bir bakıma, bugün yaşadığımız karmaşanın başlangıcı. Göbeklitepe kast sisteminin ve ayrıcalıklı zümrenin ilk şekillenmeye başladığı yer. Göbeklitepe’de bulunan yapılar T şeklinde sütunların üzerine, farklı hayvan motifleri işlenerek daire şeklinde sıralanması ile oluşturulmuş. Farklı bir çok alanda kazı çalışmaları devam etmekle beraber, ziyarete açılan bölüm, üzeri korumaya alınarak, etrafında yürüyüş platformu oluşturulmuş bir bölge. Ören yerine geldiğinizde, aracınızı park alanına bırakıyorsunuz. Ziyaretçi merkezini gezdikten sonra, servis araçları ile kazı alanına gidiyorsunuz, biz dönüşte servise binmeyip yürüdük. Açık, ağaçsız bir alanda, 10dk lık bir yürüyüş ama yazın zor olabilir.
Tepelerin arasında kıvrılarak gelen yol servis yolu. Dönüşte bu yolu yürüdük.
Kayaların üzerinde oyulmuş şekiller var.
Tilki.
Muhtemelen ördek veya kaz.
Göbeklitepe’nin göbeği.
Soldaki tilki, sağdaki kertenkele veya ejderha. Altta da domuzcuk var.
Bu alanın içinde, kazı sırasında çıkarılan bütün malzeme var. Hepsi tasnif edilip elden geçirelecek.
Bu alan ziyarete açılmamış, hala kazılar devam ediyor.
Göbeklitepe’de büyük sanatsal yapılar veya muhteşem heykeller beklemeyin. Burası, insanlık tarihinin gelişimine ışık tutan özel bir yer. Göbeklitepe’den çıkan bazı buluntular Şanlıurfa Müzesi’nde, olayı tam canlandırabilmeniz için, iki yeri de gezmenizde yarar var.
Halfeti’den sonra Birecik’te kelaynaklar için kısa bir mola verdik. 1977 yıllında 2 erişkin ve 9 yavrunun doğadan yakalanması ile Birecik’te kurulan Kelaynak İstasyonu bu konuda başarılı olmuş. İstasyon şu anda 300’ün üzerinde Kelaynağa ev sahipliği yapıyor. Şanlıurfa’ya geldik. Müzenin önünde kocaman bir otopark var. Belediye, kapının girişinde büyük bir alanı karavancılar için ayırmış (tabi yoğun zamanda önce gelen yeri kapar :) ). Bu gezide müzelere en yakın park ettiğimiz yer burası oldu. Müzelerden önce Balıklıgöl’ü görmeye gittik. Hafta sonu olduğu için her yer ana baba günü, değil balıkları görmek gölü göremiyorsun :) Şanlıurfa bu gezide gördüğümüz her yerden daha kalabalık ve yoğun. Ama Müzenin etrafında oyalanacak çok yer var, Kızılkoyun Nekropolü bu noktalardan biri. Antik Yunan mezarlığı kimsenin ilgisini pek çekmiyor olacak ki, en tenha yerlerden biri burası. Müze ise çok güzel düzenlenmiş, harika ışıklandırılmış. Ayrıca, Haleplibahçe Mozaik Müzesi de görülmesi gereken bir yer (bu sene o kadar çok mozaik gördük ki artık rüyalarıma giriyor :) ). Hafta sonu kalabalığı geçince (ama yine kalabalık) Balıklıgölü ve Ayn Zeliha Parkını gezdik. Kaleyi gezme hayalimiz ise suya düştü. Kale restorasyon çalışması nedeniyle ziyarete kapalı. Keşke tepeye çıkma şansımız olsaydı da, aşağıdan bile görülen iki dev sütunu yakından görebilseydik :(
Kelaynaklar göç mevsimi harici serbest dolaşıyorlar. Yuvaları yamaçlarda kayalara monte edilmiş tahta kutular. Gün içinde dolaşıp etrafta yemleniyorlar. Sonra yuvalarına geri dönüyorlar.
Yeterince beslenemezlerse diye yuva bölgesinde de yemleme yapılıyor.
Karahantepe’de bulunan bu heykelin ismi; sırtında leopar taşıyan insan, ama leoparın yüzündeki mutlu ifadeye bakılırsa durum başka :)
Göbeklitepe‘de bulunan “T” şekilli taşların kopyaları ile oluşturulmuş. Asılları Göbeklitepe’de
Havuç benzeri yapıda pişmiş topraktan bu çiviler ile duvar süsleri yapılıyormuş.
Yapılmışı burada :)
Bütün gün tepende böyle sallanan bir şeyle oturup çalışmak sinir bozucu olmalı.
Sol üstteki obje bronz araba.
Üzgün Psykbe kabartması, bir sonraki kabartmada Psykbe üzgün değil. Eros üzüntüyü giderme konusunda başarılı olmuş anlaşılan.
Cam fırını
Müzenin yan koridoru. Buradan Mozaik müzesine geçiş var.
Kızılkoyun Nekropolisi.
Mozaik müzesi, tek büyük bir salon.
Duvarlarda bulunan mozaikler gerçek değil.
İki müze arasında kalan alana, Şanlıurfa’da Neolitik çağdan bu yana kullanılan bazı yapıların örneklerini yapmışlar.
Balıklıgöl.
Ayn-i Zeliha Gölü.
Balık :)
En tenha hali bu.
Sütunlar uzaktan görünüyor, ama yanına çıkamadık.
Yeme içme hep bildiğiniz gibi, her şey kebaba dönmüş ama biz Belediyenin işlettiği bir mekanda farklı tatlar bulmayı başardık. Burada sabit bir menü yok ve yemekler erkenden bitiyor. Bir başka güzel alışkanlıkta mahalle arasındaki fırınlardan pide almaya giderken, yanınızda bir kaç biber götürüp onları da hemen fırında közletmeniz. Sabah kahvaltısında sıcak pide ve közlenmiş biber :) Ama bir uyarı, biberi alırken acısını tatlısını sorun, sonra sabah, sabah gözünüzden alev çıkmasın. Müze gezmeyi veya yemek yemeyi seviyorsanız bir uğrayın pişman olmazsınız :)
Pafi’nin mahsun mahsun baktığı tabak “borani” Ayran bakır kapta içinde küçük bir kepçeyle servis ediliyor. Ayranın yanındaki tabakta bulunan yuvarlak lahmacun benzeri şey “ağzı açık” onun yanındaki bohça gibi olan “ağzı yumuk” içli köfteyi zaten biliyorsunuz açık renk ev poğaçasına benzeyen ise “semsek”
İstanbul porsiyonlarına alışmışız, 6 lahmacunu 2 öğünde ancak bitirdik. Yanında gelen yeşillikler sofraya sığmadı :)
Fırat nehri, Gaziantep ile Şanlıurfa illerinin sınırını oluşturuyor. Zeugma’dan ayrılıp yola devam edince, önce solumuzda Birecik barajının su bendini görüyoruz. Bendin ardında büyük bir kısmı sular altında kalan Eski Halfeti ve köyleri var. Yolculuğun büyük kısmı, çorak arazilerin içinde binbir emekle oluşturulmuş, fıstıklık ve zeytinlikler arasında geçiyor. Ağaçları ekmek için kayaların içine büyük kırıcılar ile delik açıp, toprak dolduruyorlar ve buralara fidanları ekiyorlar.
Halfeti, suyun kenarında ve buraya dik bir yoldan döne döne inmeniz gerekiyor. Aşağıda otoparklar var. Araç park etmek en azından bu mevsimde sorun değil. Aracı park ettikten sonra, tekne turu ile batık köyleri ve Rumkale’yi kapsayan yaklaşık 2 saatlik bir gezi yapmanız şart. Tekneler 50-100 kişi alacak, büyük tekneler ve en az 20 kişi ile kalkıyorlar. Ama kalabalıktan hoşlanmam diyorsanız özel tekne de kiralayabilirsiniz. Geri dönüşte, dubalar üzerinde bulunan lokantalar, kebap ve balık ağırlıklı menüleri ile hizmete hazırlar. Bu menüler size hitap etmiyorsa, gözleme türleri servis eden küçük işletmelerde var. Halfeti’nin meşhur siyah gülünü de görme şansımız oldu. Ama daha tam açmasına 2 hafta olduğu için koklayamadık.
Halfeti’ye tepeden bakış.
Gündüz.
Gece.
Gece takipçim, Karavandan çıkınca peşime takıldı. Halfeti’yi dolaştık, sonra karavana kadar bana eşlik etti.
Sarı ışığn altında, suyun içinde yosun parçası gibi duran nesne, Şabut balığı.
Gece ve Gündüz fotoğrafı arasında büyük bir fark var. (Gece ve Gündüz olması dışında)
Tekne turuna çıktık.
Pafi’den; karavanla dolaştığımız yetmiyor, bir de tekne turu çıktı bakışı.
Rum Kale, Halfeti’den kalkan tekneler buraya yanaşmıyor. Daha yakından görmek istiyorsanız, Gaziantep tarafından gitmeniz gerekli.
Savaşan Köyü.
Herkes batık camiyi çekme telaşında
Çay ve ihtiyaç molası.
Söğütlerin altında oturup çay içebilirsiniz. Bindiğimiz tekne burada yarım saat mola verdi.
Halfeti’ye dönüş, isteyenler tekneden burada inerek kıyı boyunca 1-1,5 km lik bir yürüyüş ile bütün sahili görebiliyor.
Altta mağara, üstte beton duvar, yapının sağı taş, solda biriketten ekleme. Bakalım Halfeti ne yönde ilerleyecek.
Bizim olduğumuz zaman daha açmaya başlamamışlardı. Gördüklerimizin en açığı bu. İki tane de gül fidanı aldık, bakalım evde rengini tutturabilecekmiyiz :)
Doğal dokuyu tamamen bozan, tepedeki aykırı oteli her yerden görmeniz mümkün. Sadece içine girince görmüyorsunuz.
Birecik barajının yapımı nedeniyle, sular altında kalacak tarihi yapılar ile ilgili yaşanan tartışmaları hala hatırlıyorum. Ama Halfeti’de gördüğümüz garip 7-8 katlı betonarme oteli, ya da tepelere yapılan beton konaklama tesislerini görünce, insan suyun mu yoksa insanın mı daha çok tahribat yaptığını düşünmeden edemiyor. Sanırım, geleceğe dönük plan yapamıyor oluşumuz en büyük sorunumuz.