Küçükkuyu’dan 70 km’lik kısa bir yolculukla, Tevfikiye Köyü yakınlarında bulunan bir kamp alanına, sabah erkenden giriş yaptık. Ufak ve imkanları kısıtlı bir kamp alanı olmasına rağmen, birinci önceliğimiz 3-4 gündür bulutlu ve yağışlı giden havaların ardından, aküleri şebeke elektiriği ile takviye etmek. Truva gezisini ertesi güne bırakarak bu günü karavana ayırdık. Şiddetli esen Lodos zaten dışarıyı keyifsiz hale getiriyor.
Sabah kahvaltının ardından yürüyüş mesafesinde ki Truva’ya gittik. Truva da ilk kazıları, Troia Kralı Priamos’un hazinelerini bulmak için H. Schliemann yapmış. Hedef hazine olunca da, Truva Antik Kentinin tam ortasından güzelce bir kanal açarak, saygıyla anılabilecek bir çalışmaya imza atmış !! Bu kadar yağmalanmasına ve hırpalanmasına rağmen, yine de gidilmesi ve görülmesi gereken bir alan.
Filmi izleyip gelenlere bilgi :) Brad Pitt veya Diane Kruger’e rastlamadık ama, At duruyor.
Öğlen menüsü; mercimek köfte
Ayakta kalan sütun yok
Yapılan taş işçiliğinde sıva veya harç kullanılmamış.
Antik tiyatronun taş sıraları
Yerler meşe palamudu kaplı. Bu da, ençok sincapların hoşuna gidiyor
Zaten çok hırpalandığı için, Truva’nın içi yürüyüş parkurları ve seyir terasları ile düzenlenmiş.
Mağaraya giriş yasak ancak fotoğraf makinesi girebiliyor :)
Yapıların alt kısmı kesme taş, üstleri ise kerpiç, tuğla ve ahşap ile yapılmış. Bu nedenle yapıların üst katlarının çok azı günümüze ulaşmış.
Tuğla yapıların daha fazla yıpranmaması için üzeri tente ile korumaya alınmış.
Kuzey Ege için sezon bitmiş. Sahiller emeklilere ve yerli halka kalmış (birde bize). Küçükkuyu pazarı Cuma günleri kuruluyormuş. Bunu, park edecek yer ararken fark ettik :) Ama dolaşmamıza değdi. Limanın girişinde, denize 10 m mesafede, güzel bir yer bulduk. Lokantalara, balıkçı kahvelerine ve pazara yakın bir konumda. İlk 2 gün, şeker gibi bir havada yürüyüş yaparak ve olta atarak (oltayı ben attım) zaman geçirdik. Sonra rüzgar, fırtına, yağmurla geçen 2 gün, tam kaçsak mı derken, hava yine tatlı yüzünü gösterdi. Neredeyse haftayı tamamladık. Yarın yola çıkma zamanı. Yolculuk öncesi, günler süren çabam sonuç verdi. Yol hediyesi bir Lüferle Küçükkuyu ziyaretini tamamladık :)
Yaz ayları nasıl oluyor bilemem ama, Küçükkuyu tam emeklilere göre sakin ve huzurlu bir yermiş. Yolunuz düşerse uğrayın, biz artık öyle yapacağız :)
Edremit Körfezi kıyılarında dolaşıyoruz. Hava Kasım ayından beklenmeyecek kadar güzel gidiyor. Denize sıfır bir sokak ağzına parkettik. Karşımızda Ayvalık ve Adalar manzarası. Kumsal da uzun yürüyüşler. Benim yürüyüşler genelde elde olta ile oluyor. Ama sonunda irice bir zargana ile durumu kurtardık :)
Denizden balık tamam, komşulardan da Ayva geldi. Daha ne isteriz……
Halkidiki Yarımadası üç büyük yarımadanın birleşiminden oluşuyor. Bu parçaların her birini parmak olarak adlandırıyorlar. İlk parmak Kassandra, Selaniğe daha yakın ve daha kalabalık. Üçüncü parmak Athos’ta Manastırlar ve Kiliseler var. Kadınların girmesi yasak, erkeklerde öyle rahat rahat giremiyor. 1.800 Keşiş’ in yaşadığı özel bir bölge, hiç uğraşmaya değmez :). Biz orta parmak Sithonia’da dolaşacağız. Buradan başlamamızın bir nedeni de, daha önce sadece Sanal olarak görüştüğümüz karavancı arkadaşlarımızla gerçek ortamda tanışmak (mektup arkadaşlığı da bir yere kadar :) ). İlk konaklama noktamız, arkadaşlarımızın da bulunduğu bir kamp alanı. Girişteki bayan görevli biraz gergindi, eşim ve arkadaşımız biraz konuşup anlaştılar (gerçi bana bir şey ifade etmedi, İngilizce bilmemenin rahatlığı :) ). Kampa girişi ACSI kart ile yapıyoruz (bu kart bazı kampinglerde düşük sezonda her şey dahil ekstra indirimler sağlıyor). Kampta her araç için üzeri tenteli 50-60 m2 alanlar ayrılmış. Elektrik panosu var. Hizmete dahil olanlar; su, atık su, elektrik, wifi, sıcak duş ( günlük kişi başı 6 dakikalık 1 duş hakkı var). Kampa yerleştik ve arkadaşlar ile sohbet ettik. Ardından bir deniz sefası. Su pırıl pırıl ve sıcak, oh keyfe bak. Bu kampta 2 gün kalıp ihtiyaçlarımızı gideriyoruz. Yunanistan’da ki ilk taverna deneyimini de 30-40 dk yürüyüş mesafesinde bir yerde geçirdik (adres sormayın bilmiyorum bayağı yürüdük :) ). 2 gün sonra kamptan ayrılıyoruz bu sefer daha güler yüzlü bir görevli var (ya da parayı alınca hepsinin neşesi yerine geliyor). 2 gün için toplam 34 eur. Aralarda önceden tespit ettiğimiz bir sürü koy var. ilk noktaya giderken Neos Marmaras’ a uğruyoruz. Halkidiki’nin farklı yerlerinde Türkiye’den göçen insanlar var. Yeni geldikleri bu yerlere göçtükleri bölgelerin isimlerini vermişler. Neos Moudania, Neos Marmaras ( Yeni Mudanya, Yeni Marmara gibi).
Vur patlasın çal oynasın :)
Günbatımı
Nikiti yakınlarında Mitari kamp alanı
Mitari kamp alanı
Mitari kamp alanı. Her yer zeytin ağaçları ile dolu.
Mitari kamp alanı
Karavan malzemesi satan Zampetas firması nın ücretsiz kamp alanı (köpekte ücretsiz)
Biz eskisini biliyoruz yenisine ihtiyacımız yok diyorsanız siz bilirsiniz. Ama bazılarına uğramakta yarar var. Yeni Mudanyayı pas geçtik (hesapta geri dönecektik ama orası burası derken rota değişti). Yeni Marmara’da limanda kahve içtik, keyifli bir yer. Perşembe günü pazar kuruluyor gezmek isteyenlere. Şehrin girişinde ücretsiz bir park alanı mevcut. Atıştırmalık bir şeyler ararsanız pizzacılar var. 43 cm büyük pizza 9-10 eur arası, yanına ne içersiniz bilmiyorum ama 2 kişi 15-20 Eur arası öğlen yemeğini kurtarırsınız. Yeni Marmara’dan sonra sakin bir koya gidiyoruz. Koyun girişinde karavanla kalmayın, çadır kurmayın diye bir tabela var. Koyda iki karavan konaklamış bizde onlardan güç alıp yanaşıyoruz. Ama 1 saat sonra ikisi de gidince insan biraz geriliyor. 1 saat kadar olta atıp, boyumun ölçüsünü alınca, koyun bütün cazibesi bitiyor. En yakın 2. nokta 30 dk uzaklıkta. Hava kararmadan hareket ediyoruz. GPS sağa dön dedi, ama yol o kadar dar ki karşıdan bir şey gelse ne yapacağız belli değil. Neyse ki 700-800 m sonra yol genişliyor ama bu seferde zemin çok kötü. Denizi görmek bu kadar keyif vermemişti :) en az 15-20 karavan var ama sahil kocaman. Kimseyi rahatsız etmeyecek uygun bir noktaya yerleşiyoruz. 20 m ötesi deniz, arka tarafta kışın bataklık olduğu anlaşılan sazlık alanlar var. Yemeğimizi yedikten sonra havanın kararması ile uzun zamandır göremediğimiz, sadece yıldızların aydınlattığı gökyüzüne kavuşuyoruz.
Yeni Mudanya Limanı
Yeni Mudanya Limanı
Bu koyun girişinde konaklama yapmayın tabelası vardı. İlk geldiğimizde 2 tane karavanı görünce heveslendik ama 30 dk sonra kimse kalmayınca tekrar yola çıkmak zorunda kaldık.
Kocaman bir kumsal 20 civarı karavan var
Çok güneş var. Tente yetmedi eklemeler yaptık :)
Koy ikiye bölünmüş durumda bizim kaldığımız büyük kısım
Koyun arka kısmı
Bu minyatür kiliseleri bütün yol kenarlarında görmek mümkün. Bu kiliseler bu noktada ölen veya büyük bir tehlike atlatan insanların anısına, ailesi tarafından yaptırılıyormuş. İnsanı kendine getiren bir şey :(
Yunanistan’da kamp alanı dışında konaklamanın en büyük sorunu, su temini. Bizde çeşmeler artık yok diye üzülürken Yunanistan’da hiç çeşme yok. Yöntem belli oldu, suyumuz bitene kadar kamp dışı, suyumuz bitince kamp içi :) konaklama yapacağız. Bu koyda 2 gün kalırız derken 4 günü devirdik. Sonraki noktamız Toroni, burada arkadaşlarımızda bize katılacak. Bir nokta üzerinde sözleşiyoruz ama kamp yapacağımız yere gelince bir sürpriz bizi bekliyor. Kumsalın girişine bir tak koymuşlar, girmemiz mümkün değil. Sezon bittiği için Toroni içinde merkezi bir konumda başka bir park yeri bularak konuşlanıyoruz. Güzel bir deniz, kocaman bir kumsal. Bizi gören yanaştı, bir anda 4 karavan olduk :)
Ertesi sabah Porto Koufo ya hareket ediyoruz ( hareket dediysek 2-3 km :) ). Burası neredeyse tamamen kapalı, daracık bir girişi olan çok güzel bir koy. Karavanları park ettiğimiz yerden denize girmek için 2 metre yürümemiz yeterli. Yakındaki marinaya ufak bir yürüyüş yaparak günü tamamlıyoruz. Her şey çok güzel, tek sorun sivrisinek biraz fazla. Burada 2 gece kalıyoruz, esasında daha fazla kalmayı planlarken çıkan fırtına işin keyfini kaçırıyor. Yeni bir kampinge doğru yola çıkıyoruz. Bu sefer mesafe uzun 30-40 km. Yol üstünde ufak tefek yerlere giriş çıkış yaparak etrafı geziyoruz. Bir marketten peynir takviyesi yapıyoruz. Peynir pahalı 7-8 eur altında peynir yok, biraz düzgün peynirler 10-15 eur arası. Kamp alanında ACSI indirim kartımız geçerli, geceleme 15 eur. Burada sıcak duş sınırsız. Görevli bize kamp alanını gezdiriyor. Neyin nerede olduğunu gösteriyor. Sonra istediğiniz yere yerleşin diyerek gidiyor. Kamp alanı denize 300-400 m mesafede. Önce maske ve şnorkel ile bir keşif turu atıyorum, ama rüzgar burada da o kadar çok esiyor ki dönerken titremekten canım çıkıyor :) sıcak ve sınırsız duş, ancak içimi ısıtıyor. Akşam üzeri kısa bir tur atarız diye çıktığımız yürüyüş 2-3 km’yi buldu. Bir de tavernaların olduğu bölgeyi keşfedince tam oldu :). Akşam menüsü; bira ve midye ( midye sulu ve domates soslu). Hesabı beklerken farklı bir fiyatlandırmayla karşılaşmayacağınızı bilmek güzel bir şey. Bu kadar fazla yemekten sonra, yaptığımız yürüyüş vicdanımızı rahatlatıyor. Kamp alanında suyumuzu aldık, çamaşırlarımızı yıkadık ve yola çıktık. Ara yollardan, bize tarif edilen yeni bir noktaya gidiyoruz. GPS o kadar çok döndürdü ki, tam şüpheye düşmeye başladığımızda süper bir manzara bizi karşılıyor. Ama ufak bir pürüz var. Bu nokta da kamp yapmak yasak tabelaları var. Yine de denize girmeden bölgeyi terk etmiyoruz. Sonraki nokta Lerissos, buraya yaklaşırken de acaba konaklayabilecek miyiz şüphesi var, ama kıyıda 4-5 karavan ı görünce rahatladık. Arada kendimize bir nokta bularak yerleşiyoruz. Kısa bir deniz sefası, su artık soğumaya başlamış. Sakin bir gecenin ardından sabah tekrar hareket zamanı. Dönüş yolunda uğrayıp denize girmeyi planladığımız Neos Iraklitsa’da kumsala yakın bir otoparka giriyoruz. Artık sezon kapanmış, otopark ücretsiz. Kapılar açık, 3-4 karavan var (demek ki kalınabilir). Geç geldiğimiz için denize girmeye üşenince Deniz sezonunu kapamak zorunda kalıyoruz :)
Toroni sahili. Sezon harici olduğu için kumsalda konaklayabildik.
Toroni
Porto Koufo
Porto Koufo limanı
Porto Koufo. Karavan kumsalda
Porto Koufo
Porto Koufo
Porto Koufo
Porto Koufo’dan ayrılırken tepeden son bakış
Kahve zamanı
Kalamitsi sahili
Kalamitsi sahili
Yerin adını unuttum :)
Sykia Melissi kamp alanının sahili (sahil 300mt ilerde)
Eski rüzgar değirmenlerinin taş yapıları
Sykia sahili
Sykia Melissi kamp alanı
İspendek
Deniz çok güzel, ama yine kamp yasağı var. Sadece denize girdik
Koyun genel görünüşü
Yola devam
Lerissos
Lerissos
Lerissos günbatımı
Lerissos
Iraklitsa. Sinarit palazı (deniz e geri iade)
Balık tuttuk ya, hemen kutlama zamanı :)
Yunanlılar doğru yolu bulmuş :)
Iraklitsa limanı
Küçük bir kilise
Park alanında gün doğumu
Ertesi gün, gece yağmuru yedik :)
Dönüşte Kavala’yı pas geçip, direkt Dedeağaç’a gidiyoruz. Otopark bomboş. Karavancılar sezonu kapatmış. Herkes sıcak yerlere kaçmış. Artık buranın yerlisi sayılırız. Sokakları bir kontrol ediyoruz her şey yerli yerinde :)
Porto Lagos Agia Nicolas Kilisesi
Porto Lagos Agia Nicolas Kilisesi
Porto Lagos Agia Nicolas Kilisesi
Sabah geç bir kahvaltının ardından gümrüğe doğru yola çıktık. Sıra olmadığı için Türkiye’ye giriş işlemleri daha hızlı oldu.
20 günü tamamladık ve yurda döndük. Biz böyle bırakmamıştık, ne zaman kış geldi ? Fazla oyalanmadan sıcak yerlere kaçmak lazım :)
Bir aydır İstanbul’da daral geldi. Sonunda karavanı yerleştirdik ve yine yollardayız. Ama hedeflediğimiz 3 aylık Avrupa turunu yapamıyoruz. ilk çıkışımız için toplam 20 günlük vize verdiler. Bu süreyi sadece Yunanistan’da geçireceğiz. İlk hedef Dedeağaç. Sabah 06:30’da kontağı çevirdik, tahmini yol 310 km. Yeşil sigortamız ( Avrupa da geçerli trafik sigortası) saat 12.00’de devreye giriyor. Gümrükten geçişimizi ona göre ayarladık. Eski bir karavancı olan arkadaşlarımız, bu ilk yurtdışı karavan seyahatimizde bize öncülük edecekler. Çıkış ta başımıza ne geleceği merak konusu :) Türkiye’den çıkışımız yarım saat kadar sürdü. Ama Yunanistan’a girişimiz nerdeyse 2 saati buldu. Neyse ki bir sorunla karşılaşmadan girişi gerçekleştirdik.
Çıkış için sıradayız
Meriç Köprüsü üzeri, birazdan Yunanistan’a giriş yapacağız.
İlk hedef Dedeağaç (Alexsandrapoli). Sınırdan geçtikten sonra 45 km civarında bir yol. Gümrükten geçince ilk mola yerinde, gurbetçi bir ailenin karpuz ikramı ile karşılanıyoruz (umarım kısmetimiz böyle devam eder :) ). Dedeağaç’a ulaştığımızda uykusuzluk, yorgunluk iyice kendini gösteriyor, sahile yakın bir yerde 3-4 saat istirahatin ardından şehre yakın bir noktada konumlanıyoruz. Akşam üzeri ufak bir şehir turu, internet hattı temini ( hat temin ederken peşin ödenmiş hat olduğuna emin olun, hiç birşeyin altına imza atmayın, sonra farkında olmadan 2 yıllık bir sözleşmeyi imzalayabilirsiniz). Şehir ancak akşam uyanıyor (Yunanistan’da bu duruma alışın, sabah geç kalkıyorlar, öğlen yatıyorlar, akşam da yatmıyorlar :) ). Gece frappe (soğuk kahve) ile günü noktaladık. Sabah ekipten önce erkenden kalkıp, ufak bir şehir turu atarak, kahvaltılık mekan tespiti yaptım. Kahvaltı seçenekleri biraz zayıf, kendinizi pek hazırlamayın :) İki dilim börek ve iki kahve adam olana çok bile.
Yol yorgunluğunu atıyoruz.
Dedeağaç deniz Feneri. Etrafı kafelerle çevrili.
Şehrin girişinde bir otoparkta geceledik. Yarın Gümülcine’ye gideceğiz kampinge girmeye gerek yok.
Ufak bir etkinlik, tadımlık yiyecek ve icecekler vardı (tattık :) )
Markette kabak reyonu.
Bu patlıcandan ne dolma olur ne de karnıyarık :)
Hedef Gümülcine. Önce bir marketten ufak tefek eksiklerimizi tamamladık. Gümülcine Türk nüfusun fazla olduğu, hiç yabancılık çekmeyeceğiniz bir yerleşim. Meydanda Türk Gücü Spor Kulübünde çay veya kahve içebilirsiniz. Heryerde Türkçe konuşuluyor, yurtdışına çıkmanın gerginliğini atmak için çok iyi bir yer. Öğlen atıştırmalığı meydanda börek ve ayran. Kasaplar çarşısında et, sucuk kavurma gibi farklı ürünlere ulaşmanız mümkün. Almak istediğiniz hayvanın fotoğrafı ya da çizimi hataya yer vermeden seçim yapmanızı sağlıyor.
Gümülcine
Gümülcine
Gümülcine sokakları.
Saat Kulesi ve Cami arka arkaya
Şarküteri dediğin böyle olur.
Gümülcine’de herkese yer var.
Yunanistanda ( Makedonya bölgesinde) gördüğümüz nerdeyse bütün şehirler, yeni yapılar tarafından istila edilmiş durumda. Tarihi dokuları bulmak ve görmek oldukça zor. Gümülcine’de ufak bir turun ardından, Kavala’ya doğru yola çıkıyoruz. Yunanistan’da otoyollarda ücretlendirme biraz ilginç, aracın dingil mesafesi haricinde yükseklik te önemli. 270 cm üzeri araçlar direkt kamyon tarifesinden işlem görüyor. Kavala nın girişinde, deniz kenarında bir mola vererek, motorları ve kendimizi soğuttuk, biraz dinlendik ve Kavalaya girdik ( Turistik bölgelerin bazılarında , Eylül sonuna kadar sahile yakın caddeler 16:00 ile sabah 05:00 arası trafiğe kapalı) bu da park edilecek yerlerin sayısını azaltıyor. Mekez de bir otopark a gecelemek için 8 Eur bayıldık. Şehirde bir tur attık. Bir şeyler atıştırdık ve doğru yatağa. Gece oldukça gürültülü geçti. Merkezi bir yerde bulunan otopark, bütün gençlerin geçit töreni yapığı bir noktaymış ( bir daha kalırsak limanda ki otoparkı deneyeceğiz).
Kavala’ya girmeden ufak bir mola.
Kavala’dan önce sahil
Kavala girişi su kemerleri.
Kavala
Geceler
Limandan panorama
Sabah erken kalkıyorsanız göreceğiniz manzara bu
Kedi bile yok :)
Meydan
Sabah kahvaltıyı yolda bir noktada yapmak için erkenden kalkıyoruz ( Zaten kahvaltılık bir şeyler bulmak ta hayal ). Kahvaltıyı dostlarımızla yaptıktan sonra vedalaşarak, yolumuza tek başımıza devam ediyoruz
Asprovalta kocaman bir kumsal ( nedense Yunanistan’da kumsallar hep boş, evleri 100-200mt geriden başlatmışlar isteyen istediği yerden denize giriyor). Yazlık evlerin ve oda pansiyonların bolca bulunduğu bir sayfiye yeri. Sıcak denizin keyfini çıkardık, sahil de 7-8 karavan daha var. Aralar açık, herkes mesafesini koruyor, göz temasında kısa bir baş selamı, o kadar. Akşama doğru karavanlar hareketlendi, bizde merakla izliyoruz. Herkez yolun alt kısmındaki başka bir park alanına kaçıyor. Bu kadar adam yapıyorsa, vardır bir bildikleri diye, bizde konvoyu takip ettik. Varmış :) sabah 5’te yol üstüne kocaman bir pazar kuruldu ( Asprovalta’ya gideceklere; Pazartesi günü pazar var). Pazarda ufak bir turun ardından, sarı karpuz alarak yolumuzu Selanik’e çevirdik (karpuz un tadını beğenmedik).
Asprovalta sahili. Peşpeşe 7-8 karavan var. Esasında konaklamak yasak ama tenteyi açmaz, mangal yakmazsanız karışan yok.
Tenteyi açmadık ama iki şezlong çıkardık.
Kumsalın keyfini sadece insanlar çıkarmıyor.
Asprovalta’da bir kilise
Asprovalta pazarı.
Maydanoz fidesi bile vardı.
Sanki pazar değil, balık hali. Ama fiyatlar ucuz değil.
Sarı karpuzun resmidir.
Selaniğin girişinde, bir alışveriş merkezinin otoparkına karavanı bırakarak Atatürk’ün evini ziyarete gidiyoruz (plan oydu, rehber kitap a göre özel günler hariç hergün açık gözüken ev, Pazartesi kapalı olduğu için kös kös geri döndük) . Arabamız olmayınca, toplu taşıtları kullandık. Otobüslerde bütün kapılar aynı anda açılıyor, ilk bulduğunuz yerden girip, biletinizi en yakın makineye okutuyorsunuz. Atatürk’ün evini ziyaret edemeyince, ufak bir şehir turu attık. Beyaz Kuleden şehri seyrettik (kule giriş ücreti 4 Eur). Selanik, İzmir’e çok benzeyen bir şehir. Ama burada da modern görünümlü binalar şehri yutmuş durumda. Kısa bir şehir turundan sonra ayrılarak karavan malzemesi satışı yapan, ayrıca ücretsiz konaklama imkanı sunan bir firmaya doğru yola çıkıyoruz ( tesis yola ve havaalanına çok yakın, uzun süre kalmak için uygun değil ). Ön camlarımıza tam uygun bir termal perde alarak mutlu oluyoruz :)
Atatürk’ün evi, sadece dışını görebildik. Sağolsun gezi rehberi hergün açık diyordu ama Pazartesi açık değilmiş.
Girişteki yazı
Beyaz kule (beyaz da görmesek)
Kulenin içi
Kulenin içi
Arch of Galerius and Rotunda
Arch of Galerius and Rotunda
Arch of Galerius and Rotunda
Beyaz Kuleden Selanik, İzmir’e çok benziyor
Uzun zamandır internetten görüştüğümüz, bir başka karavancı arkdaşımızla buluşacağımız ve ilk Yurtdışı karavan kampı tecrübesini yaşayacağımız tesise doğru yola çıkıyoruz.
Adana’yı bir türlü terk edemiyoruz :) Buraya kadar geldiniz Kozan’ı görmeniz lazım dediler. Bizde dinledik ve yola koyulduk. Yol 1-2 yer hariç geniş ve rahat. Şehir’e girerken pazar arabaları ile dolaşanları görünce şehir turundan önce pazar turu attık. Kozan ilk görüşte nereye koyacağınıza karar veremediğiniz şehirlerden. Şirin eski yapıların yanında koca binalar dikilmiş. Eski yerleşim, sırtını Kozan Kalesinin bulunduğu tepeye dayamış durumda. Bazı sokaklar restore edilerek güzel mekanlar yaratılmış, Yaverin Konağı (Arıkan Konağı) konaklayabileceğiniz veya bir çay içebileceğiniz, şehir’e yukardan bakan bir mekan. Bu yükseklik yetmezse Kaleye çıkıp şehri kuş bakışı izleyebilirsiniz (biz izleyemedik karavan ile gözümüz yemedi). Şehrin içinde, Körüklerde demir döverek eski yöntemlerle tarım aletleri ve Tapan Çakısı yapan ustalar var. Çakı dendiğine bakmayın 5 cm’den 30-35 cm kadar kesici ağıza sahip bu çakılar. Eski Türk Demircilik geleneğinden gelen bu çakılar, Göçer Hayat tarzında kolay taşınması için düşünülmüş. Orjinalinde sapları hayvan boynuzundan yapılmasına rağmen, günümüzde plastik sap daha ağırlıklı olarak imal ediliyor. Kozan’da ayrıca bakır mutfak gereçleri yaygın olarak kullanılmakta. Bunun sonucunda kalaycılık, hala uygun malzemelerle ve hakkıyla icra edilmekte. Adana’da Karagöz tasvirleri için kursu Mahmut Hoca’dan aldık. Bu emeğe saygısızlık olmaması adına, birkaç tasvir daha yapmak için, özel bıçaklara ihtiyacımız oldu. Sebahattin dostumuzun rehberliğinde, Refamiz ustanın 3 saatlik uğraşısı ile artık bıçaklarımızda hazır.
Kozan Atatürk Parkı yanında bulunan Göç Köprüsü
Yaverin (Arıkan) Konağı
Yaverin Konağı (Arıkan Konağı)
Müzik tutkunu Kumru. Müzikten mi, Kumrudan mı, bilemiyorum ama, ikinci tur yavruları çıkarmış.
Kalaycılık zor iş.
Kalaylamak yetmiyor, bir de tamirat işi var.
Tapan Çakıları.
İlk iş, demiri tavına getirmek. Hazır ateş varken çayda fena olmaz tabi :)
Deri işlemek için Nevregan takımının iki önemli bıçağı hazır
Dağılcak Mesire alanı
Kozan’a gelirseniz Dağılcak Mesire alanını ve Barajı ziyaret edin. İş yine yeme içmeye gelecek ama, Dağılcak’ta kavurma yemek, atlanmaması gereken bir nokta :)
Karaisalı biraz dar ve virajlı yollardan sonra ulaştığımız küçük bir ilçe. Girişte ki Saat Kulesinin yanında parkı ziyaret edip, çay içebilir arka taraftan vadiyi fotoğraflayabilirsiniz.
Yerköprü Kanyonu, suyun sesinden kendi sesinizi duyamayacağınız Vadinin içinde keyifli bir alan. Pazar günü bu noktadan geçtiğimiz için suyun buharı ile mangal dumanı iç içe geçmiş durumdaydı. Yola devam ettiğinizde; 7 km sonra geleceğiniz nokta, Varda (Alman) Köprüsü. Yapımına 1907 yılında başlanan ve 1912 yılında bitirilen bu köprü İstanbul-Bağdat Hicaz Demiryolu için Alman ve Avusturyalı mühendisler ve Türk işçiler tarafından yapılmış ve halen kullanılmakta. Köprüye gelmeden 700 – 800 m önce Hacıkırı İstasyonu nu ve Köyü ziyaret edebilirsiniz.