Fethiye denince aklımıza ilk Ölüdeniz geliyor. Ama Fethiye’nin içinde de yapılabilecek bir çok farklı aktivite var. Tekne ile 12 adalar turu, Saklıkent ziyareti (saklı değil, ortada) yine Fethiye dışına çıktık sanki :) .
Fethiye’ye gelirseniz, stadyumun yanında kurulan köylü pazarına mutlaka gidin. Pazar alışverişi yapmasanızda gözleme yersiniz. Gözlemeyi yediniz, şimdi eritme zamanı. Fethiye marinadan Çalış plajının sonuna kadar 5-6 km uzunluğunda bir yeşil alan, yürüyüş ve bisiklet yolları var. Bu sahilde yürüyüş yapanlar, sahili böyle halkın kullanımına açanlara bir kere dua etse, Cennete girmeleri garanti :)
Nazar değmesin :)
Merkezde bulunan Amfi Tiyatro. Ama girmeye uğraşmayın restorasyon için kapatılmış. Yaptıklarını görünce işçiliklerine hayran kalmamak mümkün değil :(
Tepede eski sokaklar ve Yeni evler.
Eski ve yeni alt alta, üst üste.
Likya dönemi ev tipi kaya mezarı.
Kaktüsler ağaç olmuş.
Her şey devasa.
Saygı Anıtı. Bu anıt Yurt dışında görevleri başında Şehit düşen Dış İşleri görevlilerinin anısına yapılmış.
Semerdam şekilli Likya Lahiti, türünün bilinen en büyük örneği.
Fotoğraf çekerken arkadaşlardan rica ettim. Herkes pazarın sonuna gidip önümü boşalttı :)
Böyle patlıcan mı olur kardeşim :)
Bu da mor fasulye.
Pişirmeye başlayınca renk yeşile dönüyor.
Mor kalsaydı harika olacaktı, renk gitti ama tadı güzel :)
Sahilde yürüyüş yaparken yorulursanız, çimenlere uzanıp dinlenebilirsiniz.
Özellikle çocuğunuz varsa, atlamamanız gereken bir nokta da Fethi Bey Parkı. Bütün günü keyifle geçireceğiniz, farklı bir çok aktivite imkanı sunuyor ve tamamen ücretsiz. Tek dikkat etmeniz gereken, oyuncakların albenisine kapılıp, yaşınızın veya kilonuzun üstünde aletleri kullanmamanız.
Fethiye’ye ismini veren ilk Türk Hava Şehidi Fethi Bey’den ismini alan Fethi Bey Parkı.
Parkın gece halleri.
Uzun eşek oynayan ve bunu hatırlayan kaç kişi kaldı acaba :)
Parkı salyangoz basmış.
Arılar iş başında.
Maymun çıkmaz ağacı (Araucaria araucana). Başka kimseninde çıkabileceğini sanmıyorum :)
Niye çıkılmayacağının fotoğrafı.
Üst taraf seyir terası, alt tarafta ise mini kütüphane var.
sadece işlevsel değil. Görsel olarakta çok hoş detaylar var.
Köşelerde ki vazoları ağaçlardan yapmışlar.
Mayıs ayında bile hava çok çok sıcak. Hamakları ancak gece kullanabildik.
Gövde den bile çiçek çıkmış.
Mutluluğun kahvaltıyla ilgisi olduğunun kanıtı :)
Pazardan farklı zeytinler aldık :)
Günü Fethi Bey Parkında geçirdikten sonra hala yürüyecek haliniz varsa, Fethiye merkeze veya Çalış tarafına yürüyerek günü kendi keyfinize göre yiyip içerek sonlandırabilirsiniz. Çalış’ın Fethiye’nin en güzel gün batımı fotoğraflarını çekmeniz için en uygun yer olduğu söyleniyor.
Çalışta günbatımı
Çalış’a bu derenin üstünden geçerek giriyoruz. Köprünün yanından Fethiye’ye deniz dolmuşları kalkıyor.
Eğer Fethiye tarafına yürürseniz (yürümek zorunda değilsiniz aracınız ile veya toplu taşıma ile de gidebilirsiniz ama yürümek iyidir. En azından, bir yere oturduğunuz da vicdanınız rahat bir şeklinde her şeyi yiyebilirsiniz :) ): Teknelerin arasında denize yakın yürürken, Deniz kaplumbağaları ile karşılaşmanızda mümkün (Eskiden bütün deniz kaplumbağalarına Caretta diyorduk ama İztuzu sahilinde Dekmar ziyaretinden sonra, konuya biraz daha temkinli yaklaşıyoruz :) ). Fethi Bey parkında çocuklarınızla güzel bir gün geçirdiniz, akşamda yediniz içtiniz keyfiniz yerinde. Şimdi kalacak yer arıyorsunuz ama benden yardım beklemeyin, biz karavanda kalıyoruz başınızın çaresine bakın.
Yürüyüş yaparken deniz kaplumbağaları size eşlik ediyor.
Fethiye de; tekne ile farklı bir çok tur alabilirsiniz. Dolmuşla Ölüdeniz, Kayaköy veya Çalış’a (Çalış’a küçük teknelerle de gitmek mümkün) gidebilirsiniz. Stadyum’un yanında Salı günü büyük pazar, Cuma günü de köylü pazarı kuruluyor, mutlaka birine gidin. Balık halinde ortada bulunan tezgahlardan beğendiğiniz deniz mahsüllerini alıp, lokantalarda pişirtip, yemeniz mümkün (fiyatlar pazarlığa tabi). Sumağımız bittiği için merkezdeki baharatçılardan birinden sumak almak istedik, önce kilosuna 250 TL sonra, Türk olduğumuz için 150 TL dedi. Başka bir baharatçıdan 50 TL den aldık.
Burası uygun fiyatla sumak aldığımız yer. Ama bir şey alacaksanız sormadan almayın.
Balık pazarı
Esnaf pek güven vermedi, fiyat listesi olmayan yerler için uyanık olun. Konumu ve farklı aktivite imkanları ile Fethiye güzel ve dolu dolu zaman geçirmek için keyifli bir yer.
Göcek denince; aklımıza koylar, yatlar, marina ve yüksek fiyatlar geliyor. Yatımız yok, marina ve koylar hayali bitti. Emekliyiz, yüksek fiyatlar kısmı da sakat :) Yine de şansımızı denedik ve bir girip bakalım dedik. İyi ki de girmişiz. Bu sefer, denizden biraz uzakta olmakla beraber, sakin bir yer bulduk, geceye hakim olan tek gürültü, kurbağaların serenadı (bu da benim için sorun değil, iyi duyan kulağımın üstüne yatınca, bebekler gibi uyuyorum, Pınar ne yapar bilemem :) ). Göcek yaşamı, bir marinadan diğer marinaya yürüyerek geçiyor. Göcek sahili, dar alanda kısa paslaşmalar şeklinde. Sahile yaklaştıkça (sahilden uzaklaşmakta pek mümkün değil ama) fiyatlar artıyor.
Bu fiyatlara ikide bir atıfta bulunma nedenim, cimrilikle alakalı değil. Biz karavanda sürekli yaşıyoruz. 11 ay çalışıp, 1 ay harcamıyoruz. Karavan bizim evimiz. Siz nasıl her akşam evinizde yiyor içiyor, haftada veya ayda 1-2 (bütçenize göre) dışarıya eğlenmeye çıkıyorsanız, aynı yöntemi bizde burada uyguluyoruz. Yani, karavanda yaşıyoruz diye 12 ay tatil olmuyor, bu bir yaşam biçimi.
Göcek konusuna tekrar dönersek :) keyif aldığımız sakin bir yer oldu.
Göcek denince akla ilk gelen yatlar ve marina.
Deniz, evlerin arasında.
Gece; biraz şehrin ışığı, biraz da Ayışığı.
En eski Göcek sakinlerinden biri.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı burada kutladık. Çocuklar için bir çok etkinlik düzenlenmişti. Gece fener alayı vardı. 23 Nisan sabahı’da uzun bir aradan sonra okul bandosu ile güzel bir geçit töreni izleyerek hoş bir gün geçirdik. Büyük şehirlerde unuttuğumuz, veya unutturulan bayram heyecanını, Ege ve Akdeniz’in bir çok şehrinde keyifle yaşadık. Göcek, bu konuda çocukları ön plana çıkaran etkinlikleri ile fark attı.
22 Nisan gecesi, sahneyi sanatçılar ile bayramın gerçek sahipleri birlikte paylaştı.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı için hazırlanan etkinlik alanlarından biri.
Çocuklar ve çocukluğunu tekrar yaşamak isteyenler.
Sadece eğlence yok. Gelecekte gölgesinde dinlenecekleri ağaçlarıda ektiler.
Okul Bandosunun dışında bu küçük Bando da Göcek sahilinde keyifli zaman geçirmemizi sağladı.
Göcek’te kullanabileceğiniz bir deniz aracınız varsa, imkanlar sonsuz. Denize girmek için bir çok farklı koya gidebilirsiniz. Göcek içinde ise, denize girilecek yerleri pek sevmedik. Denize girmek değilde seyretmek sizin için yeterliyse, bir şeyler yiyip içerek hoş vakit geçireceğiniz güzel mekanlar var. Meraklısına; Göcek pazarı pazar günü :) Yazın nasıl olur bilemem ama, sezon harici bir uğrayıp, sahilde güzel bir yürüyüş yapmak, ardından da beğendiğiniz bir yerde oturup, bir şeyler içip, yemek yemek, güzel anılar ile ayrılmanıza yetecektir.
Bu sene Muğla’dan çıkamadık :) Köyü, kasabası, koyları, festivalleri derken kışı bitirdik. 1988 yılında Dalyan’a geldiğimizde, çadır kurduğumuz arazide şimdi bir otel var. Yine de karavanı park edecek suya yakın keyifli bir yer bulduk. Önümüzde yürüyüş yolumuzda var. Tek sorun, yolu kayrak taşlarından yapmışlar ve o kadar engebeli ki yere bakmadan yürümek biraz zor oluyor :)
Çimlerin ortasında sakin bir sabah.
Gece manzaramız. Suya biraz daha yaklaştık.
Sabah manzarası, bu sefer kahvaltı masasını göstermedik :)
30 sene önce, 20-30 teknenin demirlediği alanda, şimdi kayıtlı 600 civarı tekne varmış (saymadık). Özel olarak tekne kiralarsanız fiyatlar can yakıyor. Motorlu tekne kiralamak yerine, sezonda İztuzu’na gitmek için dolmuş tekneleri kullanmak yararınıza olur veya tekneye binmem aracımı da bırakmam diyorsanız, sahile kadar yol var.
Hafif bir yağmur yağıyor ama şemsiyemizi açtık, günlük turumuzu atıyoruz.
Kral mezarları.
Kral mezarları manzarasında kahve keyfi. Kralların manzarası bu kadar keyifli değildir sanırım :)
Kaunos’a arabayla geçmek isteyenler içinde bir feribot hattı var.
Bütün kıyı, tur tekneleri ile dolu.
Narenciye balı üretimi son hız devam ediyor.
Hayatımda bu kadar büyük asma kökü görmedim.
İnsanlar, farklı noktalara Leylekler yuva yapsın diye, direkler dikmişler.
Böyle de tavuk mu olur? Hadi tavuğu kabul ettik, bunun biri de horozum diye geçiniyor :)
Dalyan pazarı. Tadımlık çileklerin hoş bir sunumu.
Fotoğraftan ne kadar anlaşılıyor bilemiyorum. Ama bu teknenin tentesi begonvilden ve yan taraftaki korkuluları da, farklı narenciye ağaçlarından yapılmış durumda. Hepsi canlı ve mis kokulu. İlle de bir tekne kiralayacaksannız buna bir bakın derim.
Bu arkadaşla gece yürüyüşümüz sırasında karşılaştık. Yumurtadan yeni çıkmış bir tatlı su kaplumbağası ama rotayı şaşırmış ana yola doğru gidiyordu. Elimize alıp biraz ilerde suya ve çimene yakın daha uygun bir noktaya bıraktık. Bahtı açık olsun :)
Kaunos antik kentini ziyaret etmek için, kürekli kayıklar ile 5 TL vererek, karşıya geçmek ve yolun geri kalanını yürümek daha ekonomik bir çözüm. Dalko’nun (Dalyan Su Ürünleri Kooperatifi) satış yerinde, ızgarada yılan balığı, kefal havyarı, kefal ve balık köftesi yiyebilirsiniz. Havyar, su ürünlerine mesafeli duranlar için biraz iddialı, ama kefal iyi bir seçim olabilir. Yok ben balığımı kendim pişiririm derseniz, yan taraftan alma şansınız da var. Ayrıca, kurutulmuş havyar ile bir deneme yaptık. Pul kadar iki dilim yetti :) Cumartesi günü küçük bir pazar kuruluyor, gerçekten küçüktü (yazın büyük oluyormuş :) ).
Kral mezarları.
Ne olursan ol, geleceğin yer burası.
Doğaya terk edilmiş eşekler artık huzur içinde otluyorlar.
Narenciye bahçesinin bekçileri krallar.
Kaunos sakini.
Yağmurdan önce
Yağmurdan sonra.
Seakayak ile ufak bir nehir turu attık. Normalde, teknelerin ve turistlerin gitmediği küçük bir kaplıcada, bize özel keyfi yaptık. Dönüşte, yabani ot topladık. Gece yürüyüşünde, teknelerin arkasında yakaladığı yengeci yiyen bir su samuru ile kısa sürelide olsa bakışma fırsatı bulduk.
Sağ tarafta herkesin gittiği çamur banyosu var. Solda bir kanal içinde ise, özel çamur banyosu bulunmakta.
Burada servis beklemeyin. Soyunma kabini yok, duş yok. Sadece kuşlar ve kurbağalar, birde siz :)
İztuzu’nda Dekamer’in deniz kaplumbağaları rehabilitasyon merkezini ziyaret ettik (gönüllü çalışacak eleman ihtiyaçları var). Bilgi için www.dekamer.org.tr Dünyada 8 tür deniz kaplumbağası var. Bunlardan İribaş deniz kaplumbağası (Caretta caretta) ve Yeşil deniz kaplumbağası (Chelonia mydas) İztuzunu yumurtlama alanı olarak kullanıyor. Biz, her gördüğümüz deniz kaplumbağasını Caretta sanıyorduk ama, buradaki arkadaşların verdiği bilgilerden sonra şimdiye kadar rastladıklarımızın çoğunun Yeşil deniz kaplumbağası olduğunu anladık :) Eğer gezdiğiniz yerlerde ölü bir deniz kaplumbağası görürseniz, bunu Dekamer e bildirmeniz de çok önemliymiş ! Bu arada, İztuzu sahili sabah 08:00 akşam 20:00 arası açık, kumsal geceleri kaplumbağalara ait. Yeni dostlar edindik, eski dostlarla buluştuk. Karavanımızı birkaç günlüğüne arkadaşlarımıza emanet edip, oy kullanmak için evimize gidip geldik. Yine yağmur yedik. Deli gibi yürüdük.
İztuzun’a araç ile giderken farklı noktalarda suya yakın güzel noktalar var.
Ağaçların arasından iztuzu :)
Sağ taraf deniz, sol taraf dalyan, ortada İztuzu.
Dekamer Deniz Kaplumbağaları Rehabilitasyon Merkezi.
Havuzda denize kavuşacağı günü bekleyen bir kaplumbağa ve sol köşede de bize bilgi veren arkadaş :)
Dalyan; İztuzu’na gidin. Dekamer’in rehabilitasyon merkezinde, tedavi gören deniz kaplumbağalarını çocuklarınıza gösterin (rehabilitasyon merkezi için en uygun rota, kendi aracınız ile veya merkezden kalkan dolmuşlarla karadan gitmek). Kaunos antik kentini ziyaret etmeyi unutmayın (zamanınız varsa kürekli tekneler ve biraz da yürüyüş ile). Dalko’da ekmek arası balık veya havyardan birisini deneyin. Merkezde, çok güzel kelle paça çorbası yapan yerler var. Bu yemek tercihleri, B12 ihtiyacımız için iyi olmakla beraber, kolestrol’e ne yapıyor bilemiyorum (bu nedenle yürüdük, yürüdük, yürüdük). Aslında bu işte bir terslik var. Önce ye, sonra yürü, bunun yerine yemesek nasıl olur acaba :)
Dalyan, huzurlu ve keyifli bir nokta oldu bizim için. Yazın nüfus 50 katına çıktığında aynı keyfi alırmısınız bilemiyorum ama yine de bir şansınızı deneyin :)
Köyceğiz otostop ile gezerken, kısa süreli uğradığım ve beni aracına alan kişinin, bana yarım tavuk ile pilav (pilav tam) ısmarlaması nedeniyle bende çok güzel hatıraları olan bir yer :) Daha sonraki yıllarda deniz merakının, bizi tatlı su kenarlarından uzak tutmasına rağmen, bu sefer Köyceğiz’i ve gölü, karavanımızın gidebildiği her noktasına giderek tanımak istiyoruz. İlk önce, kordon boyunda küçük bir cepte kendimize bir yer buluyoruz. Göl manzaralı, önümüz çim, arkamızda koca okaliptuslar. Bisiklet ve yürüyüş için 2-2,5 km uzunluğunda bir parkur. Bir karavancı daha ne ister ki ? Burada da gelenek bozulmadı, önce 2 gün yağmur yedik :) sonrasında hava açtı ve bize muhteşem manzaralar sundu. Geldikten 3-4 gün sonra, Türkiye Kano ve Kayak Milli Takım seçmelerini, karavanımızın penceresinden izleme şansımız oldu. Farklı takımlardan bir çok sporcunun kürek seslerine ve heyecanlarına ortak olduk. Uzun yürüyüşler yaptık (yine). Pazartesi kurulan, çok güzel bir pazarları var. Bu pazarda yeni otlarla tanıştık, kuzu göbeği mantarı yedik (tadı çok güzeldi). Birkaç otel dışında çok katlı yapılar yok, sokaklarını dolaşmak keyifliydi. Bunca zamandır ilk defa suyu nereden alacağız diye düşünmedik 100 metrede bir sokak çeşmesi var, suyun bu kadar bol olduğu başka bir yer görmedik. Her ayın son pazarı çok büyük bir ikinci el pazarı kuruluyormuş (biz son pazara denk gelemedik :) ). Yeni dostlar edindik. Köyceğiz sunum severler adlı bir grupla tanıştık ve onlara karavanda geçen iki yılımızı anlatan kısa bir sunum yaptık. Onlarda bizi sabırla dinleme inceliğini gösterdiler, hepsine çok teşekkür ediyoruz.
Karavanımız ve bahçemiz.
Köyceğiz kordon, yürü yürüyebildiğin kadar.
Tepelerde kar var. Bazen soğuğu aşağılara kadar iniyor ama yinede hava çok güzel.
Cumhuriyetin ilk yıllarından kalma bu evleri, Köyceğiz’in ara sokaklarında hala görmek mümkün. Yapım yılları 1930-1960 arası.
İlk yapıldığı yıllarda balkonda oturup gölü seyretmek vardı :)
Bu eve pembe bir cumba, madalyalık estetik anlayışı :(
Kahvaltı hazırlığı. Mandalinalar cevizden biraz hallice olunca 2 bardak su için bayağı uğraş verdim.
Mutlu son :)
Hep gezmiyoruz, halımızı yeniledik. Duvaaaardan duvaraaaa :)
Birazda gölün keyfini çıkarmak lazım
Kayağı indirdik ama, keyif kısmını bir arkadaşımız yaptı.
Köyceğiz’de de kural bozulmadı yine bir köpeğimiz oldu.
Neresi aşağısı, neresi yukarısı.
Ördek turu.
Karavanın kapısından
Günbatımı.
Türkiye Kürek Federasyonu Kano ve Kayak Milli Takım Seçmeleri
Açıktaki kayaklar yarışıyor. Kıyıya yakın olanlar ise başlangıç noktasına doğru yol alıyor.
Devrilmeden binmekte inmekte yetenek istiyor.
Açıktaki çiftli kürek çekenler kayak elemeleri için yarışıyor. Kıyıda dizinin üstünde kürek çeken ise kano elemelerine hazırlanıyor.
Kuzu göbeği mantarı.
İçini kesince tepe noktasına kadar içi boş. Yine de benim tarifime göre gidip toplamayın bir bilene sorun.
Az sonra :)
Mutlu son.
Yol hazırlığı, suyumuzu doldurduk.
Köyceğiz’de sürekli yaşayanlar nemden ve eğer rüzgar esmezse oluşan hava kirliliğinden biraz şikayetçi. Bunun dışında bizim çok keyif aldığımız yerlerden birisi oldu.
Köyceğiz’den sonra, göl kıyısında yaklaşık 25 km uzaklıkta Sultaniye kaplıcalarını ziyaret ettik. Gece kaplıca sefası yaptık, dışarısı soğuk olmasına rağmen, açık havada kaplıca keyfi çok hoştu.
Sultaniye kaplıcaları, sabah erken kaplıcanın keyfini bir kedi ile paylaşıyoruz. O dışarda ben içerde.
Kahvaltıda bu sefer sarı ot var. Pek sevmedim.
Kaplıcanın ardından, Ekincik Koyu’na giderek deniz hasretimizi giderdik. Ekincik Koyu çok güzel bir koy ama kış için fazla sakin. Yinede seakayak ile 5-6 km kürek çekerek koyu tam tur attım. Bu turun en güzel tarafı, suya düşmüş bir kara kaplumbağasını bulmak oldu. Hala hayatta olan bu deniz sevdalısı arkadaşı yanıma alarak karaya çıkardım.
Ekincik koyu. Balık için aldığım kepçede bir tosbağa :)
Yolcumla birlikte kıyıya yanaşıyorum.
Sudan çıkıp birazda ısınınca çok hareketlendi. Tekrar düşmesin diye iyice sarmam gerekti.
Akşama mücver var.
Ekincik dönüşü tepelerde kuzu göbeği mantarı aradık ama sadece 1 tane bulabildik :) Baharı karşılayan yeni uyanmış yılan gördük, bir kaplumbağa partisine denk deldik (partide bir dişi ve dört erkek vardı :) ). Dalyan’a feribotla geçtik. Feribot dediysek üç araç alan saldan biraz hallice bir tekne, geçtiğimiz yerde 50 metre ama iyi ki var. Yoksa Dalyan’a gitmek için 70 km yol yapmamız gerekecekti.
İlk defa böyle bir tabela gördüm.
Tabelanın neden konduğu belli oldu :)
Bulduğumuz tek Kuzu Göbeği mantarı.
Anemon
Mantar ararken karavana tepeden bakış.
Özetle, Köyceğiz gölü’nü ve çevresini sevdik. Yazın ne olur bilemiyoruz ama en azından uğrayıp, sahilde bir şeyler içebilirsiniz (sahil şart değil iç kısımlarda da çok hoş mekanlar var). Ayın son pazarına denk gelirseniz şu meşhur pazara bir uğrayın. Eğer güzelse ses çıkarmayın, kötüyse mesaj atabilirsiniz :)
Muğla’nın neredeyse bütün ilçelerini gezdikten sonra, birşeylerin eksik olduğunu fark ettik. Bir de büyük şehri görelim dedik. 1988 yılında Marmaris’ten Muğla’ya bankamatik bulmak için otostop çekerek seyahat etmiştim ve bu yolculuktan çok mutlu olmamıştım. Belki de Muğla’yı hep pas geçmemin nedeni budur.
Yeni şehir, genel olarak düzenli bir yapıya sahip ama, her yerde olduğu gibi burada da yeni yapıların bir albenisi yok. Tepenin yamacına kurulu eski şehir, dar sokakları, dik merdivenleri ile her ne kadar zor bir parkur olsa da, estetik açıdan daha keyifli kareler sunuyor. Çok hırpalanmış olmasına rağmen, birkaç iyi korunmuş ev, keşke bu sokakları gezmek için bu kadar beklemeseydik dememize neden oluyor. Muğla’nın bu yüzünü görmek isteyenlere tavsiye, geziyi kışa denk getirmesinler. Bu kısımda özellikle kömür kullanıldığı için, eğer rüzgarsız bir güne denk gelirseniz, yürüyüşünüz hava kirliliği nedeniyle, ızdırap verici bir hal alabilir.
İskender Alper Kültür Merkezi.
Müftüler evi
Kullanılmayan bir evin basamakları, çocuklar tarafından kedi evine çevrilmiş.
Halâ kullanılan eski bir okul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Anne ve Kız 2010 yılı Uluslararası Ahşap Heykel Sempozyumu (Sanatçı Ece Akay). Bu sempozyumda yapılan heykelleri şehrin farklı yerlerinde görmek mümkün. Keşke ikinciside yapılsaymış :(
Kapıların arkasında ne var bilemiyoruz ama kapılar böyleyse içerisi kim bilir nasıldır ?
Eski şehrin ufak bir kesiti.
Uluslararası Ahşap Heykel Sempozyumu 2010
Köşe başı.
Şahidi Cami
Evler kadar olmasa da çok eski bir araba.
Ulu Cami
Vitrindekiler ilk müşterilerden kalan hatıralar değildir umarım :)
Dükkanın içi tam anlamıyla tezatlarla dolu. Bende kendim için yeni model beğeniyorum, tek eksiğim saç :)
Ne hikmetse, bir sürü eski ev yangın geçirmiş.
Eski sokakalar, yeni merdivenler.
Sağdaki ev, geçen seneye kadar Alman bir aileye aitmiş. Bizim tarihimize bizden daha iyi sahip çıkmışlar, gördüğümüz en bakımlı evlerden biriydi.
İmzası heryerde.
Zahireciler çarşısı. Zahire yok, küçük el sanatları dükkanları ve bir kafe.
Pazarın kurulmamış hali bu. Perşembe günü gelip kurulmuşunu görmek lazım.
Müzenin girişi.
Yarım çınar, bir çok tamdan daha tam.
Ağacın içine bir sincap yerleşmiş, bütün çabalarımıza rağmen çıkmadı :)
Belediye Kültür Evi.
Eski ev görmek istemezseniz, bahçede taze çay da var.
Sabit pazar alanında her gün açık tezgahlar bulmak mümkün ama büyük pazar perşembe günü kuruluyor. Muğla kebabı diye bir et yemekleri var. Adı kebap ama esasında uzun süre haşlanmış oğlak eti, et yemekten keyif almama rağmen, ben pek tutmadım. Ama merak etmeyin aç kalmazsınız, bir çok alternatif var. Eski sokakları dolaşmaktan yorulursanız modern kafelerin bulunduğu güzel bir ana caddeleri var. Mutlaka keyfinize göre bir yer bulursunuz. Müze de fazla eser olmamasına rağmen gidilmesi gereken bir yer. Ayrıca Müze çevresinde bir çok eski yapı var (özellikle yokuş çıkmak istemeyenler için, burası düzayak bir yer). Muğla’ya özgü dokuma ve el işi ürünlerin satıldığı, yine Belediye destekli bir satış mağazası bulunuyor. Muğla’da üretim yapan küçük bir firmanın özel biraları var. Bira merakı olanlar gidip alabilir ama Koca şehir de tek bir yerde satılıyor. Bulana kadar yaktığım kalori, biradan aldığımdan fazla oldu (belki de bu yüzden iyi saklamışlardır bilemiyorum :) ).
Düğün fotoğrafları bile olmayan 60 yaş üzeri çiftlerin bu özlemleri, sevgililer gününde giderilmiş :)
Bazılarının elinde ise, sadece fotoğraf kalmış.
Belediye’nin bünyesinde, farklı kültürel faaliyetler yapılıyor. Birçok kurum sanattan elini çekerken, Muğla Belediyesinin Klasik Müzik Orkestrası’nın bulunması bizi çok sevindirdi. Bu orkestra sayesinde, güzel bir konserle Muğla’dan çok daha keyifli anılarla ayrıldık.
Karavan yaşamında 2. yılımızı bitirdik (halâ devam :) ). Bu yıl daha az hareket ettik (2018 yılında yaklaşık 5 bin km yol yapmışız, ilk yıl 15 bin km civarındaydı :) ), konaklamalarımız uzun süreli oldu. Bir yerde uzun kalmanın avantajı, çevreyi ve insanları tanımak, güzel dostluklar kurmak. 2018 yılının çoğu Ege kıyılarında geçti. Yine bizim için ayrı bir önemi olan Trakya’yı da boş geçmedik. Bu sene Akdeniz’e kadar inmedik, iyi ki inmemişiz. Fırtınası, hortumu, güney fenaydı. Biz de Ege’de kısmetimize düşen yağmuru, fırtınayı yedik, aküler dip yaptı. Aylar sonra dışarıdan enerji almak zorunda kaldık. Bu senenin bir farklılığı da, birkaç festivali görmemiz oldu (Milas-Ören 19 Mayıs Kano şenliği, Ölüdeniz Hava Oyunları, Milas-Ören Yamaç Paraşütü Hedef Yarışması, Marmaris Yeni yıl Festivali, Datça Badem Çiçeği Festivali,). Yıllardır yanından geçmemize rağmen, hep pas geçtiğimiz Dikili, Çandarlı bölgesi bize yeni dostlar ve güzel anılar kazandırdı. Bu senenin süprizi Milas-Ören oldu. ilkbaharda tanıştığımız bu yere, tekrar tekrar dönmek için hep bir bahane yarattık. Her dönüşümüzde de, sanki yıllardır gelmemişiz gibi sevgiyle karşılandık. Çeşmealtı’nda ilk enginarı İstanbul’lulardan önce yedik, Urla’da şevketi bostanı tattık. Balıkçılık işleri bu sene de kelek geçti (birinin beddduasını aldım diye ciddi ciddi düşünüyorum :) ). Sürekli yüklü dolaşmaktan makaslar ve amortisörler laçka oldu, onları değiştirmek zorunda kaldık. Dişimi çektirdim, sonra Marmaris’te köprü yaptırdım, yola devam. Bira 10 lira oldu. Bugün 20 bin adımdan fazla yürüdüm. Oturdum bu yazıyı yazıyorum. Akşama bürüksel lahanası ve dallama var. Bekleriz :)
Kapıkırı Agora bize kalmış durumda.
Bafa Gölü manzarası eşliğinde kahvaltı.
Palamutbükü, bu sefer fırtına öncesi teknelerle birlikte limana sığındık.
Karavanın penceresinden.
Bebekler gibi. Dişleri kaşınınca, herşeyi kemiriyor
Bu kadar kemirmenin üstüne soğuk su iyi gider :)
Heyt be trofeye bak :)
Platform dar olunca tentenin yarısı kumsalda kaldı.
Ada manzarası.
Hafif yağmur yağıyor, biz palmiyelerin arasındaki gökkuşağını izliyoruz.
Karavanda herkes için uygun bir yer var.
Afrikadan gelen toz bulutunu ilk biz karşıladık. Sonrada panelleri temizlemek için bir sürü su ve zaman harcadık.
Her zaman pazara gitmemiz gerekmiyor, bazen de pazar bize geliyor.
Milas-Ören sezon daha açılmamış sadece 2 karavan baharı karşılıyoruz.
Yemek saati yaklaşınca karavanın altından çıkarak baş köşeye kuruldu.
Yatak odası manzarası.
Bu senenin keyfini, kano ile katladık.
Kedilerin ön cama karşı çözemediğim bir ilgisi var.
Karavanın penceresinden.
Çubucak Kamp alanı.
Urla sahil.
Cunda’nın nergisleri soframızı süslüyor.
Cunda.
İğneada, sefere hazırlanıyoruz.
Güneşi arkadaş ile uğurluyoruz.
Eğer rüzgar sert değilse, yağmur yağarken en keyifli an, tenteyi açıp dışarda oturmak.
Karavanın kapısından.
Ateş başı, ama kestane almayı unutmuşuz :(
Kahvaltıda kuymak var.
Keyif zamanı.
Sizlerden gelen sorulara, genel bir cevap vermek adına bazı konuları maddeler olarak ekliyorum;
Konaklamalarımızın çoğu kamp alanları dışında uygun bulduğumuz yerler. Tabi bunu yapabilmek için; ısınma, banyo, tuvalet ve yemek pişirme imkanlarının tam olduğu bir aracın avantajlarını kullanıyoruz. Karavanı yaparken birinci önceliğimiz, kendi kendine yeten bir araç imal etmekti. Bu, bize bağımsız olma imkanı verdi. Kamp alanlarının imkanlarının yetersizliği, yazın kalabalık olması, kışın ise bir çoğunun kapalı olması, zaten bizi kamp dışı konaklamaya mecbur bırakıyor. Bir diğer konu da, olayın maddi yönü. Kamp alanlarında istenen ücreti verecek olduktan sonra, pansiyonda konaklamanız da mümkün.
Karavanı park edecek yerin seçiminde birinci önceliğimiz, orada sürekli yaşayan insanları rahatsız etmemek. Tamam, nerede kalacağınıza kimse karışamaz ama, kötü bir başlangıç yapmanızın da alemi yok. Eğer konaklayacağımız yerde bir ev varsa ilk olarak oturanların manzarasını kapatmadığımızdan emin oluyoruz. Hatta gidip fikirlerini alıyoruz.
Karavan ile konakladığımız yerlerin koordinatlarını paylaşmıyoruz. Bunun birkaç nedeni var. ilki; Türkiye’de ortam ve mekanlar çok çabuk değişebiliyor, bunun sorumluluğunu almak istemiyoruz. İkincisi ise; bazı karavancıların mekana ve yerel insanlara karşı saygısızca davranmaları ve o yere tekrar gittiğimizde, bu insanların kendini bilmezliğinin faturasını bizim ödemek zorunda kalmamız. Yani yeni karavancılar, kimse yer tarif etmiyor diye alınmasın. Bu, zamanla insanlar sizi tanıdıkça, güvendikçe olacak bir şey.
Kaldığımız yerlerde yürüyüş yapabileceğimiz veya güvenli bir şekilde bisiklete bineceğimiz noktaları seçiyoruz.
Karavanda en çok merak edilen konu güvenlik nasıl oluyor. Esasında evden bir farkı yok, hatta artısı var. Sevmediğiniz veya kendinizi güvende hissetmediğiniz bir yerde durmak zorunda değilsiniz. Köylerde Muhtarla konuşup kalacak yer konusunda bilgi istemek iyi bir seçenek. Şüpheye düştüğünüz yerde Polis veya Jandarmadan bilgi alabilirsiniz. Şimdiye kadar hiç kötü bir durumda kalmadık. Yaşadığımız en büyük sorun, araçları ile gelip ses sistemlerini test eden arkadaşlar. Böyle bir durumda kalırsanız, inip tartışmak yerine başka bir yere gidin.
Alışveriş imkanı olması, pazara çarşıya 2-3 km de olsa, araç kullanmadan gidebilmemiz tercih sebebi.
Su, karavanda en önemli sorun. Yakınlarda sokak çeşmeleri veya köy çeşmelerinin bulunması iyi olur.
İnsan, her şart ta atık çıkaran ve çevreye zarar veren bir canlı. Bunu en aza indirmek sizin elinizde. Karavanda çamaşır suları, ağır kimyasallar yok. Duşa girdiğinizde, şarkı söyleyerek yıkanmak yasak.
Çamaşır için makinemiz var. Ama elde sıkmak ve kurutmak zor olduğu için, gittiğimiz bölgede çamaşır yıkama hizmeti varsa tercih ediyoruz.
Enerji varsa, bulaşık makinesi 2 günlük bulaşığı 6,5 lt su ile yıkıyor.
Isınma için, mazotlu ısıtıcımız her ortamda yeterli oldu. Hangi bölgede kışlayacağınız önemli değil. Eğer bütün yıl karavanda yaşama hayali kuruyorsanız ısıtıcı şart.
Sıcak suyunuz olmalı. Bu bir lüks değil. Bu hizmete her yerde ulaşamazsınız. Karavanda bu imkan olmalı.
Sürekli çalışacak ve sorun çıkarmayacak bir buzdolabı şart. Bazılarının yaptığı gibi, enerji yetmediği için gece kapatıp, gündüz açarak çalıştırılan bir dolap, buzdolabı değil.
Televizyonumuz var ama 2 yılda toplasanız 24 saat çalıştırmadık. Eksikliğini de duymadık ama iyi bir müzik sistemi keyif veriyor.
Hem yerli ekonomiye bir katkımız olması, hem de farklı insanlarla tanışmak adına, gittiğimiz yerlerde mutlaka dışarıda da yemek yiyoruz. Alışveriş için pazarları ziyaret ediyoruz. Yerel pazarlar değişik ürünler için uğranması gereken yerler. Yıllardır kendi zeytinimizi yapıyorduk ama bu pazarlar sayesinde tekrar turşu kurmaya, acı soslar yapmaya, köylülerden aldığımız farklı tarifleri denemeye başladık.
İnternet için telefonların kotası bazen yetmiyor. Ücretsiz wifi’si bulunan çay bahçeleri veya kafeleri bulmakta yarar var.
Gece ve tatil günlerinde yolculuk yapmıyoruz. Günde en fazla 300 km yol katediyoruz. Daha fazlası yoruyor. Şehir içlerinde aksine bir tabela yoksa karavan için hız limiti 50 km. Normalde de 80 km’nin üstüne pek çıkmıyoruz. Kaç km ile gittiğiniz değil, nerede duracağınız önemli. Karavanın ulaşım aracı değil yaşam aracı olduğunu unutmamak gerekiyor.
Hala karavanda olmaktan mutluyuz. İstanbul’da olmayı hayal bile edemiyoruz. Bir yerlerde karşılaşmak dileğiyle.