Aragvi nehri üzerinde kurulu küçük bir yerleşim. Sonradan nehrin üzerine baraj yapılınca, göl kıyısında bir yerleşim yeri haline gelmiş. 13. yüzyılda, bölgeyi yöneten Aragvi dükleri tarafından kurulmuş. Küçük bir kale ve kiliseden oluşuyor. Daha sonra rakip dükler tarafından yakılıp yıkılmasına ve tekrar elden geçirilmesine rağmen, kalanlar ve göl kıyısının sakinliği nedeniyle, ziyaret etmekten en çok keyif aldığımız yerlerden biri oldu. Yazın gölde yüzmek, kışın ise kayak merkezi Gudari’ye giderken soluklanmak için güzel bir nokta. Yeme içme ve alışveriş imkanları kısıtlı. Kalenin etrafında yeni bir düzenleme yapılıyor. Sanırım daha sonra gelecekler, biraz daha fazla imkana sahip olacaklar. Gölde yüzebilir, deniz bisikleti (göl olunca, göl bisikleti mi olur acaba) kiralayabilir veya kıyıda bulunan 2 kafeden birinde bir şeyler içebilirsiniz. Suyun içinde, bizim Sivas Kangal gölünün, doktor balıklarının Gürcistan versiyonu var. Suyun içinde oturunca, gelip didiklemeye başlıyorlar. Tek sorun, bizim balıklara göre biraz yoğun bir tedavi uyguluyorlar. Gıdıklanıyorsanız denemeyin :)
Soldaki kubbe kilise, sağdaki kubbe çan kulesi.
Kilise’den göl manzarası.
Ufuktaki beyaz nokta karavanımız.
Girişte örtünmek için giysiler var.
Dronumuz yok ama köprüden dron fotoğrafı çektik :)
Köpünün ek yerlerinde öyle açıklıklar varki, biraz daha bakım işini aksatırlarsa, aradan araba düşecek :)
Odunları topladık ama bir türlü yakamadık. Etrafta bir sürü ateş izi olmasına rağmen, ateş yakmak bu yere saygısızlık olacak gibi geldi.
Barajın kapaklarını açtılar sanki. Geldiğimizden beri su en az 50cm alçaldı.
Yeni dostumuz.
Tenteyi açtık yağmuru seyrettik, ardından gökkuşağı. Bir gökkuşağını hiç bu kadar yakından görmemiştik. Yüzsek altından geçerdik ama risk’e girmedik :)
Sokaklarda domuzlar dolaşıyor. Önde yavrular arkada anneler. Anneler köpeklere siper olmuş durumda.
Günbatımı karavan önünde keyif zamanı.
Hep köpek besleyecek değiliz ya, birazda diğer canlılara ilgi göstrmek lazım. Bütün ısrarlarıma rağmen karavanın içini görmek istemediler :)
Karavanın konumu çok iyi, bütün etkinlikler burada :)
Oltayı attım, balık köpeğimde var ama tık yok :)
Yağmur başlayınca bütün ekip tentenin altına sığındık :)
Bu bira ama ne birası diye sormayın. Üstünde anlaşılabilen iki yazı var biri hacmi, biride alkol derecesi :)
Alkol günlükleri gibi oldu. Bu şeftali şarabını karavanın yanına yanaşan arabadaki arkadaşlar ikram etti. Kendi yaptıkları şeftali şarabıymış. Önce bizden bardak istediler. Bizde su istiyorlar diye bardak ve soğuk su çıkardık. Biraz Gürcüce, biraz ingilizce sadece bardağı aldılar ve bize bu şarabı ikram ettiler. Bu İkram bir kaç sefer tekrar etti :)
Her gittiğimiz yerde mutlaka bir kaç köpek bizi sahipleniyor. Arabanın altında, yanında, önünde birsürü köpek oluyor. Hareket etmeden önce, Pınar aracın etrafını köpeklerden temizliyor, sonra ben biraz uzaklaşıyorum ve Pınar koşarak karavana biniyor.
Ananuri’de bu mekanı açmak için elemanlar geceler boyu çalıştı (kafamızı az ütülemediler). Ayrılmadan 2 gün önce açılış yapınca, bizde kırgınlıklarımızı unuttuk :) ve akşam yemeğine buraya gittik.
Gece, gölün karşı kıyısından çakal ulumaları geliyordu. Kilisenin yanındaki yerimizi terk ederek, birazda çakal görme hayali ile karşı kıyıya geçtik. Ama 2 gece konaklamanın ardından ancak 1 tilki, 1 kirpi ve bolca inek gördük :)
Karşı kıyı.
Kıyıda ufak bir kule kalıntısı var.
Karavanın yanında kafanızı kaldırınca bulutların geçit töreni.
Bu arkadaş minyatür bir av köpeği, memelerine bakılırsa bir çok yavrusu var. Önce bir kaç kraker verdik, sonra baktık bu iş böyle olmayacak, kendimize aldığımız ekmeği ona verdik. Bir kaç dilim yedi artanını ağzına alıp yavrularına götürdü.
İşte burada ateş yaktık. Ama hesap hatası ne sucuk var ne et.
Normal şartlarda eğer göle girmezseniz, 1 saat içinde herşeyi göreceğiniz bir yer. Bizim gibi gölde yüzmekten keyif alıyorsanız, daha uzun süre oyalanabilirsiniz.
Tiflis’e ne yazacağımı bilemiyorum. Gürcistan’da gördüğümüz diğer şehirlerin yanında, metropol gibi kaldı. Herkesin gittiği ve bildiği Eski Tiflis (Old Tbilisi) bizim de ana hedefimiz.
Tiflis’in ortasından Kura nehri akıyor. Tepede altın kaplama kubbesi ile görünen yer Sameba Katedrali.
Sağda uzakta Sameba Katedrali. Ortada iki tünel şeklindeki yapı, yeni opera binası. Solda Kura nehrinin üzeride tüp şeklinde olan köprü Barış Köprüsü.
Tiflis’te her gezgine hitap edecek yer bulmak mümkün. Eğer Tarihi mekanlara meraklıysanız, Eski Tiflis veya Türk mahallesi diye geçen bölge tam size göre. Eski Sovyetler birliği yapılarına meraklıysanız, Türk mahallesinin arka sokakları size uygun olacaktır.
Bu kırmızı-beyaz yaya geçitlerinde, yaya gören araçlar şeytan görmüş gibi hemen duruyor. Standart sadece beyaz çizgili yaya geçitlerinde aynı tepki yok. Yani yaya geçidini görünce kendinizi yola atmayın, önce renginden emin olun :)
Eski bir fabrika.
Burası eski bir tekstil fabrikası. Sağ tarafı hostel, sol taraf barlar ve cafeler.
Hostelin yan duvarı. Mesaj açık; hesabı ödemezseniz yalın ayak göndeririz :)
Daha modern yapılar için, yeni opera binasını (daha bitmemiş) veya başkanlık sarayını ziyaret edebilirsiniz. Acıktığınız zaman, herkese hitap edebilecek mekanlar bulmak mümkün. Biz, en yüksek fiyatları, Türk mahallesine giden yan sokakta, nargilecilerin orada gördük, belkide o fiyatları makul karşılamak için, nargile dumanıyla kafanın tütsülenmesi gerekiyordur :) Şehri kuş bakışı görmek için, teleferikle tepeye çıkmak güzel bir seçim. Gürcistan Anaerkil bir toplum, bu nedenle şehrin simgelerinden biri Kartlis Deda (Gürcülerin Anası). Tepeye çıktığınızda, bu heykeli de yakından görme şansına sahip olacaksınız.
Kartlis Deda. Gürcülerin Anası tepeden evlatlarını izliyor.
Tepeden Tiflis.
Heykelin arka kısmındaki vadide, Tiflis Botanik parkı bulunuyor.Vadiye inerek kısa bir tur atabilir veya cesaretiniz varsa, vadinin üzerindeki zipline ile hayatınıza renk katabilirsiniz :) .
Teleferikle çıktığınız rakım sizin için yeterli değilse, dönme dolabın olduğu tepeye çıkıp, birde dönme dolaba binerek en yüksek noktadan Tiflis’e bakabilirsiniz. Neredeyse şehrin her yerinden görünen, kubbesi altın kaplama Katedral (Sameba Katedrali) yeni bir yapı olmasına rağmen, 1995-2004 yılları arasında yapılmış güzel bir yapı. Hazır bu kadar tırmanmışken, ara sokaklarda kısa bir tur atıp, iniş yolunda Meteki Kilisesini ve Kral Vakhtang Gorgasali heykelini görmenizde yarar var.
Sameba Katedrali 1995-2004 yıllarında yapılmış. Yeni bir yapı olmasına rağmen tarihi yapılarla uyum içinde.
Kütüğün üstündeki işlemeler harikaydı.
Meteki Kilisesi ve Kral Vakhtang Gorgasali heykeli.
Heykelin terasından manzara.
Sülfür banyolarının ve Türk Hamamının olduğu sokakları kayalık vadi boyunca takip ederseniz, sizi büyük bir şehrin içinde bulmayı en son hayal edeceğiniz, minik doğal bir şelale karşılıyor.
Sülfür banyolarının ve hamamların olduğu bölge.
Hamamların yanından yola devam ederseniz,içinde balıkların olduğu bu küçük vadide, güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz.
Bakalım köprü daha ne kadar kilidi taşıyabilecek :)
Şelale bu.
Aralarda küçük heyecanlar yaşamak isterseniz 2010 yılında yapılmasına rağmen sanki 200 yıllıkmış gibi duran saat kulesinde, saat başlarındaki seramoniyi izleyebilir ve saatinizi ayarlayabilirsiniz. Saat 12:00 ve 20:00 saatlerinde, saat kulesinin ilk katındaki sahnede, insanın yaşamını canlandıran mini kukla gösterisini izlemek mümkün. Ekipte bulunabilecek huysuzları, saat kulesinin yakınında bulunan kafelerde bırakarak şehir turuna devam edebilirsiniz.
Rezo Gabriadze Kukla Tiyatrosu’nun yanında bulunan saat kulesi. Günde iki defa mini bir şov sunuyor.
Tiflis’te eskiden evlerin kapı numaraları bulunmuyormuş. Evlerin girişlerinde bulunan şekiller, evin tanımlanmasını sağlıyormuş (kuşlu, ağaçlı vs.)
Saat kulesinin altında Tiflis’in en küçük halka açık saati bulunuyor.
Saat kulesini ziyarete gelen yeni evli çift.
Saat kulesinin bulunduğu sokağın daimi sakinleri.
Her köşede bir heykel.
Ben su olmadan yapamam diyenlere, Kura nehrinde bot turları ile Tiflis’e farklı bir bakış açısı kazanma şansı sunan firmalarda var. Hatta bazı tur teknelerinde, bar bulunmakta ve bakış açınızı bayağı değiştirmekte :) (biz tekneye binmedik).
Barı olan tekne bu :)
Eğer bu tekneye binecekseniz kaptanın içmediğinden emin olun.
Daha fazla heyecan arayanlar için, Tiflis’te birçok kumarhane var. Geri dönüş biletiniz varsa ve kalacak yerinizin parasını da peşin ödediyseniz, buralarda şansınızı deneyebilirsiniz. Kaybederseniz sizi tanımam, bunu sadece bilgi olarak veriyorum (ama kazanırsanız bu kıyağımı unutmayın, bir sakal atarsınız artık :) ). Dedaena Parkının içinde ve çevresinde yerel ressamların tablolarını sattıkları yerler var. Ayrıca bu parkın çevresinde antika ve eski eşya satışı da yapılıyor meraklısına.
Antika pazarı.
Ressamlar sokağında çekim yaparken izin alın. Bazıları fotoğraf çekimine pek sıcak bakmıyor.
Tiflis’e gelirseniz, birkaç müze ziyareti yapmayı da unutmayın. Georgian Museum of Fine Arts (Modern Resim ve Heykel Müzesi), Georgian National Museum (Ulusal Müze) veya Vorontsov’s Palace da bulunan National Palace Müzesi, Tiflis’i tanımanıza yardımcı olacaktır.
National Palace.
Keto ve Kote filmi bu binada çekilmiş.
Eski bronz tekniği ile yapılmış merdiven korkulukları.
Gürcü alfabesi dünyanın en eski alfabelerinden.
Yuri Gagarin’in 1952 yılından kalma orjinal ses kaydı.
Yangından etkilenmeyen ağaç yapmışlar.
Ağacı yapan sanatçı.
Parlemmento binası. Gürcistan’da siyasetçi olmak zor. Binanın önünde hergün bir protesto var.
Protestocular, pankartlara bir şey olmasın diye çadırda nöbet tutuyorlar.
Gece de kameralar geliyor, protestoya devam.
Karavanı park ettiğimiz otopark. Bakmayın böyle sakin olduğuna gündüz adım atacak yer olmuyor. Yanımızdaki karavan İsveç plakalıydı.
Mantar çatılı bina belediye binası.
Sameba Kadetrali uzaktan ışıldıyor.
Karavanın manzarası herzaman doğal şölenler sunmuyor. Bazen de mekanik harikalar yanımızda oluyor.
Altgeçitlerden birini süsleyen resim.
Kelepir limuzin :)
Hazır kekler, al süsle ben yaptım diye hava at sonra.
Şotis puri (Boş Pide) Sıcakken içine tereyağ basınca var yaaaa :)
Yaban mersini, böğürtlen derken, kahvaltılar bir renklendiki sormayın.
Bira da kampanya vardı. Litresi 2,5 Lari
Bütün parklarda su içmek için çeşmeler var.
Tepede görünen kubbe başkanlık sarayına ait.
Barış köprüsü’nden başkanlık sarayı ve opera binası.
Yerde topuklu giyenler için bir uyarı.
Şarap yapmak için üzümlerin suyunun ayakla ezilerek çıkarıldığı ağaç tekne.
En merkezi parklarından birinde bulunan Haydar Aliyev büstü.
Tiflis’e gelmeden önce, kısa bir mola vererek soluklandığımız, şehre 5-6 km mesafedeki gölün sakin otoparkı.
Tiflis’le ilk göl kenarında tanışmıştık. Vedayı da göl kenarında yapmaya karar vedik. Tiflis’e bir kaç km mesafede olan bu gölde, yüzerek veya tekneyle dolaşarak, keyifli zaman geçirebilirsiniz. Gölün etrafında tur atarken, uzaktan sizi muhteşem bir anıt karşılıyor. Serinlemeden önce Gürcistan’ın Tarihi geçmişinin, sütunlar üzerine bronz plakalar kullanılarak işlendiği bu anıtı mutlaka ziyaret edin.
Gürcistan kronolojik tarihi anıtı.
Sütunların üst kısımları krallara ve kraliçelere ayrılmış. Alt kısımlarda ise Dini hikayeler var.
Gürcistan’da bir çok yeri ziyaret ediyoruz. Ama bu yerlerin ismini söylemek, adamın dilini düğüm ediyor. Birisine tavsiye verecek olsak yandık. Yine böyle nadide bir isme sahip güzel bir yere geldik. Mtsekheta; iki ırmağın birleştiği yerde kurulduğu için, tarih boyunca susuzluk çekmemiş bir bölge. Tiflis’den önce başkent burasıymış. Başkent olma özelliğini kaptırmış ama, Gürcü Ortodoks Kilisesi’nin merkezi olma özelliğini koruyor. M.S. 6. yüzyılda, savunması daha kolay olduğu için, başkent Tiflis’e taşınmış (bu, savunması daha kolay cümlesi, Tiflis’te yokuş çıkmaktan canımız çıkacak anlamına geliyor sanırım :) ).
Şehir merkezinde büyük bir otopark bulunuyor, giriş 2 Lari, ara sokaklara araba park etmeyin. Çok fazla park edilmez tabelası var. Merkeze park ettiğinizde, önce hediyelik eşyaların satıldığı çarşıyı gezebilirsiniz. Bu çarşıda yemek yeme imkanı da var. İlk ziyaret etmeniz gereken yer, neredeyse şehrin her yerinden kubbesi görünen Svetitskhoveli Katedrali. Zaten şehir buranın etrafına kurulmuş sanki. Katedralin karşısında turizm danışma bürosu var. Buradan ingilizce bilgi almanız da mümkün. Arabayı yerinden oynatmadan biraz yürürseniz, Santavro Manastırına ulaşabilirsiniz. Burası, Rahibelerin olduğu bir manastır. Kiliseye girdiğinizde dua eden veya etrafı temizleyen Rahibeleri görüyorsunuz. İki kilise yeter diyorsanız, arabaya dönerken parkın içinde ve çevresinde nispeten daha ucuz lokal yeme içme yerleri mevcut.
Svetitskhoveli Katedrali’nin dış duvarları. Katedral 11. yüzyılda yapılmış.
Katedralin yan kapılarından biri. Buradan giriş yapılmıyor.
Ortodosk kiliselerinde, çan kulesi ana binadan ayrı yapılıyor.
Ana kapı.
Kilise görevlilerinin konutu.
Uzakta, tepenin üzerinde Jvari Kilisesi.
Katedralin yanında, faytonlar ve bir kaç tane de at vardı. Akşam olunca Faytonu bizim yanımıza park ettiler. Atların bir kısmını da serbest bıraktılar. Gece etrafta dolaşan atların nal seslerini duymak güzeldi :)
Samtavro kilisesi. Burada sadece Rahibeler vardı.
Çan kulesi yine ana binadan ayrı.
Hala enerjiniz varsa, kaçırmamanız gereken bir nokta da Jvari Kilisesi, ama buraya ulaşmak o kadar kolay değil. Navigasyonun önerdiği rotalar 13-16 km arası değişiyor ve güzel bir tırmanış var :) Tepeye çıktığınız da, Mtsekheta’yı ve az önce gezdiğiniz bütün yerleri görme şansına sahip olacaksınız.
Jvari kilisesi.
Kiliseden, Mtskheta ve arasına kurulduğu nehirleri, tüm açılardan görmek mümkün.
Aşağıda görünen ana yol Batum ile Tiflis’i birbirine bağlayan yol.
Jvari Kilisesi’nin yanında, otoparkta ki sıpa.
Otopark 2 Lari, otoparka gelmeden önce yolun kenarına park ederseniz, para yok ama değnekçi arabanızı çizerse sizi tanımam. Yeme içme işi yok gibi, tuvalet var. Bir tane sıpa var fotoğraf çektirmek parayla (siz gelene kadar sıpa ne olur bilemem). Biraz zorlarsanız 5-6 saatte Mtsekheta biter, ardından ver elini Tiflis. Biz zorlamadık bu gecede buradayız. Fırından sıcak pide aldık, peynir ve jambon da var. Hepinize iyi akşamlar :)
Gori, Stalin’in 1878 yılında doğduğu şehir. Burada Stalin’in doğduğu evi ve kullandığı tren kompartımanın da olduğu bir Müze var. Müze, Gürcistan standartlarına göre biraz pahalı 15 Lari. Ben fiyatı görünce girmekten vaz geçmiştim ama Pınar ısmarlayınca girdim :)
Gori’nin girişi, yine Sovyet yapıları.
Şehir merkezine yaklaşınca, binalar biraz daha güzelleşiyor.
Öyle geniş bir cadde yapmışlar ki, hangi şeritte olduğunuzu şaşırıyorsunuz.
Kale çevresi restore edilmiş şık yapılarla dolu.
Şehir parkı girişi.
Nişanlı bir çift fotoğraf çektiriyordu.
Gori’ye gelince, gezmeniz gereken yerlerden biri Stalin Müzesi ve tepe de bulunan Gori kalesi. Tiflis’e giderken yolunuz buradan geçiyorsa, 2-3 saatinizi bu şehre ayırmanız size bir şey kaybettirmez (15 lari dışında :) ).
Stalin.
Arkadaki bayraklı bina Stalin müzesi. Öndeki küçük binanın içinde ise, Stalin’in doğduğu ev var.
Stalin’in doğduğu ev. Alt katında da babasının ayakkabı tamir dükkanı varmış.
Müzenin basmaklarını çıkarken Stalin sizi izliyor.
Stalin’in çalışma odası.
Soldaki portre Stalin’in gençlik hali.
Bu resim (ne denir bilemiyorum) tütün yaprakları ile yapılmış. Tütün bundan daha yararlı bir işte kullanılamazdı.
Çok büyük bir yağlı boya resim. Sağ köşede üstü beyaz boya ile kapatılmış olan kişi resim yapılırken önem verilen biriymiş. Daha sonra hainlikle suçlanınca adamı kapatmışlar. Kim olduğunu bilmiyorum.
Vardzia’nın yağlı boya resmi.
Masa lambasının altında tank figürü var.
Stalin’in tabuttaki hali.
Stalin ölünce yüzünden 12 adet kalıp alınmış, bu kalıplardan biri.
Polis Akademisi bu müzeye niye böyle bir şey vermiş bilemiyorum.
Stalin’in vagonu.
Vagon kapalıydı.
Bütün zorlukları aşarak, kapıyı kırdık ve içeri girdik işte içi bu :) Ama bu kadar uğraşamam derseniz, sağ merdivenden çıkıp, perdelerin arasından da fotoğraf çekebilirsiniz :)Gori kalesi, restorasyon 2020 de bitecekmiş. Şimdi hala çalışma var.
Gori Ulusal Kahramanlar Anıtı. Açıklamalar ya Gürcüce ya da Rusça olduğu için eli kılıçlı bu arkadaşların hangi kahramanlar olduğunu bilemiyorum.
Sokak arasında küçük bir pazarı var. Şehir parkında Türk kahvesi var dediler, madem öyle getir dedik, bir fincan geldi, çorba kasesi kadar. Bitirene kadar canımız çıktı (fiyat 1,5 lari).
Gori’ye 13-14 km mesafede bulunuyor. Yol, gidiş geliş ve biraz dar. Ama tur otobüsleri bile sorunsuz çalışıyor. Uplistsikhe’nin tarihi, erken demir çağına kadar uzanıyor. Bu nedenle Gürcistan’ın en eski yerleşim yerlerinden biri olarak kabul ediliyor. 4. yüzyılda, bölgedeHristiyanlığın yayılmaya başlamasından sonra önemini yitirmiş. 8. ve 9. yüzyılda Müslüman fethi, ardından 14. yüzyılda Moğol istilası ve son olarakta 1920 yılındaki deprem, binaları ve mağaraları iyice hırpalamış. Vardzia’ya göre, şehir küçük bir tepede kurulduğu için gezmesi daha kolay. İniş-çıkış az :) Ayrıca, tepede ziyarete açık faal durumda bir kilise bulunuyor.
Bu açıdan bakınca çıkacağımız kilise pekte ulaşılır gözükmüyor.
Her yerde ceviz ağaçları. Nedense kesip mobilya yapmamışlar.
Vardzia‘ya göre daha alçak dedik ama hiç merdiven yok demedik :)
Girişte, telden yapılma böyle bir iskelet var. İnsan yukarıda neyin beklediği ile ilgili biraz geriliyor.
Yukarıda bulduğumuz ise bu :)
Burası, Kraliçe Tamara salonu olarak geçiyor. Büyük bir mağara, tavan çökmesin diye desteklemek zorunda kalmışlar.
Burası da böğürtlen mağarası. Mağaranın girişinde sağda ve solda böğürtlen var. Bu isim böğürtlenleri sökmek zor geldiği için sonradan mı verilmiş, yoksa ilk ismide bu mu bilmiyorum.
Böğürtlen girişi kontrol ediyor.
Ortodosk Kiliselerinin içi, çoğunlukla sade ve süslemeden uzak. Çok büyüklerinde bazı resimler olsa da İtalya’da gördüğümüz Katolik Kiliselerindeki resimler veya heykeller burada yok.
Tepenin arkasında tarihi yapılar var. Ama çoğu sadece 4 duvar kalmış.
İnişi böyle bir dehlizden yapıyorsunuz. Kapalı yer korkunuz varsa geldiğiniz yoldan geri dönebilirsiniz.
Geriye baktığınızda karşılaştığınız manzara.
Aşağıdan kiliseye son bir bakış.
Çok büyük bir ağaç. Büyüklüğü anlaşılsın diye Pınar konu mankeni olmayı kabul etti :)
Yemeği hakettik. Sağ üstteki patlıcanın içinde cevizli bir harç var.
Buradaki karavan köpeğimiz.
Sabah ziyaretçilerimiz. Daha sonra, onlara incirle kahvaltı yaptırdık :)
Komşularımız.
Gece burada kaldık.
Dönüş yolu. Köy içinden bir kare.
Ören yerinin girişi 7 Lari. Bir kaç tane lokanta yeri ve kafe mevcut. Yemek fiyatları biraz yüksek. 7-8 Lari olan pide, 10 Lari, 3-4 Lariye içilen bira 5-6 Lari (bira içtik ama yola çıkmadık, gece burada konakladık :) ). Sizde konaklamak isterseniz, hemen yakındaki köyde küçük pansiyonlar var. Zaten Gori’ye girmek için otoyoldan çıktınız. Biraz daha tali yolu kullanın ve burayı ziyaret edin.
Bu bölge, tarihi güzel binaların veya sanat eserlerinin bulunduğu bir şehir değil. Burası 1879 yılında, magnezyum oksit ve peroksit yataklarının bulunmasıyla hareketlenen bir maden kasabası. Chiatuta’nın bir önemli noktası da, Joseph Stalin’in bir grevin öncülüğünü yapması ve madencilerin 55 günlük grev sonucunda, bir takım haklar elde etmesi ile de önemli bir yer.
Şehir, bir vadinin içine kurulmuş durumda. Bir yamaçta maden yatakları, diğer yamaçta ve vadinin içinde Sovyet döneminden kalma kocaman işçi blokları. Eskiden yol olmadığı için evden işe, işten eve gitmek için kullanılan teleferikler iptal edilmiş (eğer çalışsalardı binen olur mu bilemiyorum). Şimdi sadece maden taşıyan teleferikler çalışıyor. Çift hatlı, yeni bir teleferikte yapım aşamasında, şehre turist çekmek ve yukarıdan şehri seyretmek için çalışmalar var. Sovyet döneminde yapılan toplu konutları renklendirerek biraz daha güzel göstermeye çalışmışlar. Bu da daha fazla tezat oluşturmuş. Eski Sovyet yapılarını görmek ve kısa bir mola vermek için güzel bir yer.
Karavanı köşeye park ettik. Gerçi bu iş bir seferde olmadı. Yer boşaldıkça üç seferde ufak ufak yanaştık köşeye.
Su pek güzel gözükmüyor. Bir kaç gündür geceleri bayağı yağış aldık.
Kilise tadilatta. Kilisenin tam yanından da yeni teleferik hattı başlıyor.
Pazar yeri. Gerçi her yerde, araba içinde veya yol kenarında sebze meyve satanları görmek mümkün.
Çalışan bir hat. Hem yolcu hemde maden taşınıyor.
Vadinin sol tarafı madenler. Vadinin tabanı ve sağ üst tarafı işçi konutlarına ayrılmış durumda. Eğer sağdaki konutlarda oturuyorsanız, teleferiğe günde 4 sefer binmeniz gerekiyormuş.
Ana cadde.
Eski teleferik hattı. Üstünde ot bittiğine göre kullanılmadığını tahmin ediyorum.
Zamanında, işçileri taşıyan hattın merkez istasyonu.
Bu kompartımanla işe gitmek mi daha riskli, madene girmek mi bilemiyorum.
Teleferiğin ana istasyonunu. Duvarında çakıl taşları ile yapılmış Lenin ve Stalin portresi var.
Bu da diğer bir hat ama çalışmıyor.
Eski işçi konutları. Balkonlar çökmesin diye, altına kalaslarla destek atmışlar.
Bunlar da rötuşlanmış konutlar.
Ağın eksik yerlerine yakından bir bakış.
Maden taşıyan teleferik, şehre giren anayolun üstünden geçiyor. Ama altındaki koruma ağı bazı yerlerde eksik, yani geçerken dikkat edin :)
Yolun kenarında suyun şekillendirdiği bir cep.
Bu doğal girintide birde çeşme var. Ama akmıyordu.
Kullanılmayan ana binalardan biri.
Buraya gelirken, Borjomi’den sonra Khashuri’ye uğrayarak pazar alışverişi yaptık. Chiatura, Khashuri’ye 70 km civarında. Zamanınız olursa bir girip çıkın. Ayrıca, ormanın içinden geçerken küçük lokantalar var. buralarda kısa bir mola verebilirsiniz. Çoğunu, bir şey sipariş ettiğinizde ne yapacağını şaşıran yaşlı insanlar işletiyor. Sabrınız ve zamanınız yoksa, çeşmeden su içip yola devam edin :)
Chiatura’ya giderken yol üstünde rastladığımız bir istasyon.
Daha sonra, gece bu istasyonun otoparkında kaldık.
İki vagonlu bir tren.
Arılar için toplu konut. İki taraftada bir sürü kovan var. Saymadık, bu mesafe iyi :)
Kahve molasını burada verdik. Bu bina teyzelerin evi. Ev sola yatmış durumda daha fazla eğilmesin diye ağaç ile desteklemişler.
Yemeklerin çoğu bu kuzinede pişiyor.
Arka kısımda fırın.
Kahvelerimiz geldi, porsiyonlar büyük. Biz onlara çikolata ikram ettik, onlarda bize kurabiye.