Modena’nın kalbimizde ayrı bir yeri var. Burada bir karavan market bulunuyor. Aksesuar konusunda zengin bir dükkan olduğunu söylediler. İlk hedef karavan market. Navigasyon bizi bir yola soktu ki, iki araçtan vazgeçtik tek araç bile şüpheli. Karşıdan gelenlerle kaş göz hareketleri ile anlaşıp. 2-3 km’lik yolu katediyoruz ve karavan marketin önüne yanaşıyoruz. Böyle bir yolun üstüne, karavan ve malzeme satan yer açmak ilginç bir dünya görüşü gerektiriyor. Markete girdik ama aradıklarımızın yarısını bile bulamadık :( .
Tren istasyonu
Palazzo Ducale. Dükâlık Sarayı
Pavarotti’nin heykeli
Kahve saati
Yukarıda görünen hatlar troleybüs hatlarının kabloları. İtalya’da, otobüs kullanan çok sayıda kadın şoför var. Bayan şoförlerin araç kullanmasında sorun yok. Ama yön duyguları biraz problemli. Troleybüs hatları bu sorunu çözüyor, en azından kaybolmuyorlar :)
Duomo’nun içi
Duomo’nun içi. Tadilat italya’da her yerde.
Dükâlık Sarayı
Bu kadar klasik eserin arasında, böyle yaratıcı modern eserlerde var tabi.
Alışverişi bitirdik. Yakındaki karavan parkı da Modena’ya ve otobüs hattına çok uzak. Bir şansımızı deneyelim diye, şehre doğru yollandık. Şehirde beyaz dışında işaretlenmiş (mavi, sarı vs.) park yerlerinden uzak durun. Bu yerler özel park etiketi gerektiriyor. Bulduğumuz yer de park alanındaki çizgiler bembeyaz ve polis merkezinin tam karşısında, daha güvenli bir yer olmaz herhalde :) . Aracı park ettik yürüyüşe başladık. Önce tren garını bulduk. Ardından haritaya bakarak eski şehrin konumunu belirledik ve yürümeye devam. Hava kapalı ve soğuk. Bologna’nın hareketli sokaklarından sonra Modena bana daha sönük geldi. Yine’de keyifli bir tur attık. Karavan’a döndüğümüzde hava kararmıştı. Bu arada, polis merkezlerinin gece kapanabileceğini de öğrendik (adamlar ışıkları kapattı gitti :) ). Daha erken olduğu için, yakındaki bir alışveriş merkezinde akşam yemeği işini halletik ve bazı eksiklerimizi tamamladık. Ferrari’nin veya Maserati’nin üretim yerini görmek istemiyorsanız Modena’ yı gezmek için bir gün yeterli. Bu arada, gerçek Balzamik sirkesini vitirinde görme şansımız oldu 30ml’lik parfüm şişesi kadar Balzamik sirke 250 eur (yani bizim marketten alıp yediklerimiz başka bir şeymiş). Modena’ya gelirseniz Bu şişeleri de görün, orantıya vurursanız Ferrari’den pahalıya geliyor :)
Ferrara’dan Bologna’ya keyifli bir yolculuk yaptık. Küçük köyler, güzel yapılar, üzüm bağları ve çiftlik evleri. Ama park yerimize giriş biraz karışık. Bir sürü kavşak, sapak derken, park edeceğimiz noktayı bulduk. Etratfa 3-4 karavan daha var. Aracı park ettik, bir içki bayisinden otobüs biletimizi aldık ve merkeze doğru yola koyulduk. Bugün plansız gezi günü ( zaten İtalya’da hergün plansız gidiyor. Tam bir hedefe doğru giderken, bir şey görüp sağa sola sapıyoruz, sonrası şenlik :) ). Otobüsten karar verdiğimiz durakta indik. Ana caddede yürüyerek güzel bir yerde yemek yedik. Torre degli Asinelli diye bir alana geldik. Bu alanda iki kule var. Zamanında Bologna’da kule yapma geleneği varmış (benim ki büyük, hayır benim ki derken, 200 kule yapmışlar ). Şimdi bu kulelerden birkaç tanesi ayakta kalmış. Büyük olana, ücret karşılığı çıkma imkanı var. Şehri izlemek için çok iyi bir nokta. İlginç yanı bu kulelerin ikisi de eğik. Ufak olanı Pisa kulesinden daha eğik ve adamlar bununla gurur duyuyor :) . Uzun olan ve çıkılan kule 1.3 derece eğimli, çıkarken farkına bile varmıyorsunuz ( hatanızı inerken anlıyorsunuz :) ). Yine de çıkın.
İki kule, sağdaki büyük kulenin eğimi 1.3 derece. Kulenin seyir terası 86m yukarıda
Soldaki daha kısa olan kule 4 derece eğimi ile Pisa kulesinden daha eğikmiş.
Büyük kuleye 500 ahşap basamak ile ulaşılıyor. Kuleye giriş biletleri 400-500m uzaklıktaki turizm bürosunda satılıyor ( sanki tırmanmak yetmiyormuş gibi, bilet almak bile bir aktivite)
Deprem bölgesinde, eğik bir kuleye, ahşap merdivenden çıkmak :)
Bu da iniş.
Seyir terasının etrafı parmaklıklarla kapalı (açık olsa sarkacağız sanki )
Kule manzarası
Kuleye tırmanırken arada bir kaç mola noktası var.
Küçük kule ve meydan, tepeden böyle görünüyor.
Binaların sokağa bakan taraflarında kemerli bölümler var. Yağmurda bile, bütün şehri ıslanmadan dolaşabilirsiniz (test etmedik). Teatro Anatomica Müzesini gezdik 600 yıl önce anatomi dersi verilen sıraları görmek ve kütüphanesini ziyaret etmek ilginçti. Fontana di Nettuno heykeli bakımdaydı, ucundan görebildik. Bir çok Kilise gezdik, Avrupanın en eski Üniversitelerinden birini gördük. Bologna yemesiyle, içmesiyle, gezmesiyle en az iki günü hak eden çok keyifli bir şehir.
Fontana di Nettuno çeşmesi
Binaların yola bakan taraflarında, kemerli kapalı alanlar var
Kuleden her yer görünüyor. Ama kulede, her yerden görünüyor
Bazı meydanlarda oturmak için banklar var. Hepsi taştan yapılmış, bu soğuk havada çok güzel oluyor :)
Anatomi Müzesinin avlusu
Şekerleme ve reçeller
Mandalina şekerlemesi
Peynir tezgahı.
Anatomi müzesi girişi. 1742 yılında inşa edilmiş ve 1907 yılında müzeye dönüştürülmüş
Anfi, bütün heykeller ahşaptan yapılmış.
Anatomi bölümünün kütüphanesi inanılmaz dı.
1800’li yıllardan kalma kitaplar bile var.
Şehir parkı
Sağda ki yapılar Abbazia di Santo Stefano, dört kiliseden oluşan manastır kompleksi.
Abbazia di Santo Stefano içi
Ortada ki çeşme 8. yüzyıldan kalma Fontana di Pilato Çeşmesi
Abbazia di Santo Stefano içi
Basilica San Petronio
Karavanı park ettiğimiz yer. Otobüs durağına 200-300 m , şehre ise 20dk mesafede.
Venedik – Ferrara arası 110 km. Navigasyon’a otoyollardan kaçın seçeneğini girdik. Amaç, biraz yan yolları ve köyleri görmek. Yol, üç şerit ten ikiye, ardından gidiş geliş yola döndü. En son bir kanalın kenarında, ortasında çizgi olmayan bir yolda, kararımızın doğruluğunu düşünmeye başladık. Ama garip yerlerde sollayan yok, korna yok, selektör yok. Kurallara uyarsanız sorun yok, yola devam.
İşaretlediğimiz karavan kamp alanına geldiğimizde, bir sürpriz bizi bekliyordu. Kapıda kimse yok :) Alanın girişinde elinde bir kağıt, bariyerlerin etrafında dolanan İtalyan karavancı ile yaptığımız sohbetin sonucunda, bu alana girmek için, herşeyin internetten yapılması gerektiğini ve etrafta hiçbir görevli olmadığını öğrendik. İnternetten ödeme yapmaya çalıştığımızda, telefon hattımızda sorun çıktı ve sms mesajı alamadık, ödememiz de onaylanmayınca, yanda bulunan normal otoparka girmek zorunda kaldık. Bu alanda su ve elektirik yok, gerçi ihtiyacımızda yok. Normal otoparkta kalınca para vermemize de gerek kalmadı :) Etrafta bizim gibi 5-6 karavancı daha var. Bir köşeye yerleştik. Karavanımızın bulunduğu otopark’ın karşı sokağı doğrudan tarihi şehre açılıyor. Bizim yöntem ile dolaşmaya başlıyoruz ( halimiz kalmayıncaya kadar yürümek :) )
Ferrara sokakları
Ferrara’yı, D’Este Hanedanı bugün kü haline getirmiş. D’Este Ailesi, şehrin yönetimini 13. yüzyılın sonlarında ele geçirmiş ve Papalık 1598 yılında, onları Modena‘ya gitmeye zorlayıncaya kadar, şehrin idaresini ellerinde tutmuşlar. Sanatı destekleyen ve şehri geliştiren bu aile, eşlerine ve çocuklarına aynı şefkati göstermemişler. İdam edilen ya da farklı entrikalara kurban giden bir sürü aile üyesi var.
Ferrara; neredeyse bütün eski yapılarının çok iyi korunmuş ve yıpranmamış hali ile, geçmişin bütün ihtişamını yansıtıyor.
Castello Estense. D’Este Hanedanın Ortaçağ Şatosu. Orjinal halinde fıskiye yok tabiki ……
Arka cephe
İç avlu
Asma köprüler. Bir tanesi araçlar için, diğeri yayalar için.
Köprüyü indirip kaldırmak için büyük kalaslardan sistemler kurulmuş
Ferrara Duomosu.
Ferrara’yı çok beğendik, etrafında hendek olan bir saray görmek çok hoştu. Katedral (Ferrara Duomo’su ) tadilatta ve etrafı örtülü, binayı tam görme şansımız olamadı. Yine de şehir sokaklarını arşınlamak keyifliydi.
Güzel bir havada, Limana giriş yapıyoruz. Önce polis kontrolü, ardından gümrükçülerin kontrolü (kontrol dediysek pasaportlara bakıyorlar, ardından gümrüğe bildireceğeniz bir şey var mı diye soruyorlar). İtalya’ya gideceğimizi duyan ve İtalya’da daha önce araba kullananan herkes kavşaklara girerken dikkatli olmamız konusunda uyardı. ( Kavşağın içinde olanlar dışardan girmeye çalışanları pek dikkate almıyormuş, bizdeki gibi araya kaynarım derseniz ortalık şenleniyormuş). Navigasyona gideceğimiz kamp alanının koordinatlarını girdim. Daha 300 m. gitmeden, alet ilerde kavşak var diye uyarı verince, haliyle biraz gerildik ama, ilk kavşağı sorusuz geçtik. Artık tamam :)
Kamp alanı tatil köyü gibi, kapalı yüzme havuzu bile var. Hemen yerleştik, üstümüzü değiştirdik, danışmadan gidiş geliş otobüs biletimiz aldık (3 Eur). 10 dk’lık bir yolculuktan sonra Venedik’teyiz. Venediğe gelmeden önce gideceğimiz yerler ile ilgili bir rotamız vardı. Ama otobüsten inip ilk köprüyü geçince iş sarpa sardı :) . Sokaklara, kanallara, kiliselere bakarken ilk günün bilançosu 12 km taban tepmişiz. Neredeyse bütün binaların ön cephesi sanat galerisi gibi. Suyun üstüne bir şehir kurmak ve her yerini bu kadar ince ince işlemek akıl kârı iş değil. Yılbaşı yaklaştığı için bütün vitrinler şenlenmiş durumda. Binalara mı vitrinlere mi bakacağımızı şaşırdık. Gece kamp alanına döndüğümüzde, kımıldayacak halimiz kalmamıştı. 2. gün; 24 saat geçerli bir ulaşım bileti alarak, Murano ve Burano’yu geziyoruz. Murano, buz gibi soğuk. Sezon harici olduğu için, cam ustalarının gösterilerini izleme şansımız olmuyor. Dükkanları ve etrafı gezerek 1-2 saat dolaşıyoruz. Daha sonra gittiğimiz Burano çok daha sempatik ve rengarenk bir yerleşim yeri. Burada dolaşırken ufaktan kar başlıyor. Hava soğumasına rağmen, oldukça keyifli zaman geçiriyoruz. Artık üşümeye başlayınca, vapetto yani deniz dolmuş u ile, kar yağışı altında Venedik’e geri dönüyoruz. 3. gün; normalde turistlerin gitmediği ne kadar ara sokak varsa hepsini yoklayıp, Venedik turumuzu tamamlıyoruz. 3 günde, yürüyerek toplamda 35-40 km yol yapmışız. Ama hala girmediğimiz bir çok ara yol var.
Venedik notları;
İtalya’da ki ilk durağımız olduğu için, pek bütçeye bakmadık ama dikkatli olmak lazım.
Yemek işi çok pahalı, bir dilim pizza bile 3-4 eur dan başlıyor. Özellikle öğle yemeklerinde oyalanmamak ve hızlıca hareket etmek için büyük marketlere girip, ekmek almak ve içine bir şeyler koymak en uygun çözüm. Kahveyi masada içerseniz 3-5 eur, bankoya dayanıp, ayakta içerseniz 1,5-2 eur. Murano, Burano veya Lido’ya gidecekseniz, Vapetto denilen deniz dolmuşlarını kullanmaktan başka şansınız yok. Bunları kullanırken tek tek bilet almak pahalı. 24-48-72 saatlik biletler var, ilk alışta pahalı olmasına rağmen, en uygun çözüm bu. Seyahatinizi pazar gününe denk getirirseniz, normalde paralı olan kiIiseler, ayin nedeniyle parasız oluyor.
Kondol konvoyu.
Acelesi olana motorlu taksiler de mevcut.
Barok Santa Maria dellla Salute Kilisesi. Şehrin 1630 Veba salgınından kurtulmasına duyulan şükran nedeniyle yapılmıştır. Salute; esenlik ve kurtuluş anlamına geliyor.
Burano evleri rengarenk.
Gondol tamirhanesi
Kule eğri. Makinenizin ayarları ile oynamayın.
Rialto köprüsü.
Ahlar Köprüsü. Palazzo Ducale ile hapishane arasında bir geçit olarak inşaa edilen bu köprü adını üstünden geçen mahkumların inlemelerinden almış.
Neden Pisa’nın kulesi meşhur anlamadım. Adamlarda düz kule yok ki :)
San Marko Meydanı.
Barok Santa Maria dellla Salute Kilisesi. Şehrin 1630 Veba salgınından kurtulmasına duyulan şükran nedeniyle yapılmıştır. Salute; esenlik ve kurtuluş anlamına geliyor.
Palazzo Ducale. Dukalık sarayı
Pastane vitirinine Yılbaşı gelmiş.
Burano’nun dantelleri.
Yeni sanat eserlerini görmek te mümkün.
Kamp ta kardan önce, 50-60 karavan vardı. Kar yağınca toplam 8 karavan kaldık
Yılbaşına İtalya’da girmeye karar verdik. Gün sayılı, bu yüzden İpsala’dan Igoumenitsa’ya bir günde gidip feribotla Venedik’e geçeceğiz. Karavan ile, bir günde yapacağımız en uzun kilometre bu olacak. Gece, İpsala’da belediyenin karşısında bir otoparkta konaklıyoruz. Sabah saati 05:30’a kurduk, kalktık, bir börekçide hızlıca bir kahvaltı, ardından sınıra doğru kısa bir yolculuk. Ortalıkta kimseler yok. Her yer çok sakin. Karavanla sabahın köründe bizi gören bütün görevliler deli mi bunlar diye bakıyor. Gümrüklere girip çıkmamız, toplam 15- 20 dk. İçinde bitiyor. Bizim saatle 07:00 Yunanistan saatiyle 06:00’da 650 km tutacak Igoumenitsa limanına olan yolculuğumuza başlıyoruz. Çift şöför olmamıza rağmen, karavan için uzun bir rota. Selanik’e kadar olan bölümünü daha önce kullandık ama, geri kalan yol tamamen yabancı.
Otoyol 2 şeritli olmasına rağmen sakin bir yolculuk yapıyoruz. Saat 16:00 da Igoumenitsa limanına gelerek, sabah 06:30 da kalkacak feribot için biletimizi alıyoruz. Geceyi, limanın yanındaki ücretsiz otoparkta geçiriyoruz. Feribot’a biniş biraz ilginç. Karavan ile şöför, özel bir kapıdan ve sıkı bir aramanın ardından limana alınıyor. Diğer yolcular ise farklı bir kapıdan giriş yapıyor. Daha sonra eşim ile limanda buluşup, feribot’un gelmesini bekliyoruz. 06:30 da hareket etmesi gereken feribot, ancak 07:30 de limana gelince, indi – bindi, hareketimiz bir buçuk saat rötar ile başlıyor. Ama bu sayede, limandan gün ışığında çıkarak, etrafı görme şansına sahip oluyoruz. Yolculuk yaklaşık 26 saat sürecek, yarın sabah gün ışığında Venedik’e gireceğiz :)
Otoyol notları;
Geçiş ücreti için garip yerlerde gişeler var. Fiyatlandırma aracın yüksekliğine göre yapılıyor ( biz 270 cm’i geçtiğimiz için, kamyon tarifesindeyiz ) ilk 5 gişe de şansımız yaver gitti ve 2,40 Eur ödedik. Ama sonra ki 2 gişede iltimas geçmediler ve 6 Eur’dan ödeme yaptık. ( 2 yeni gişe daha yapmışlar, ama şimdilik para almıyorlar, yakın bir zamanda 9 gişede para ödenecek).
Selanik’ten sonraki bölümde 50 den fazla tünelden geçtik. Uzunlukları 150 m ile 4600 m arası. Bütün Otoyolda 60 dan fazla tünel var. Selanik’ten sonra bulunan tünel gurubunun arasında neredeyse 100 km boyunca hiç mola yeri yok.
Otoyol larda yakıt istasyonu bulunmuyor, otoyoldan çıkıp yan yol a girmeniz gerekiyor. Giriş çıkışta gişe yok, sadece 1-2 km fazladan yol yapıyorsunuz.
İpsala’da Meydan Belediye Çay Bahçesinde çayımızı içip karavan’a kaçıyoruz
Tünellerden sonra Igoumenitsa’ya neşe içinde giriyoruz :)
Her yanaşan feribota seviniyoruz, ama bu da bizim ki değil
İşte bu …. Sonunda bizimki de geldi
Liman dan çıkarken
Güneş arkamızdan yetişmeye çalışıyor ama çok geç, biz yola çıktık :)
Çıkış
Korfu adası
Deniz süt liman. Üst güverte, binek arabaların bazıları bu katta. Esas araç yoğunluğu 1. ve 2. katta
Yazın bu kat’a karavanlar alınıyor ve karavan içinde konaklamaya izin veriliyor. Daha ucuza, kendi yatağınızda yatarak gidiyorsunuz.
Hava esmeye başladı. Bir de rüzgarı yandan alınca iyi sallandık :)
Venedik, kanala giriş
Kanalda hız iyice düşüyor.
İyi ki gündüz giriyoruz
Bu da eski fener
Kapıdan girdik
Neresi kara neresi su belli değil
Venedik anayolu. Kazıkların içinde kalmakta yarar var
Yıllardır Gelibolu’yu sadece feribot iskelesinden ibaret sanmışız. Bu sefer tepeyi aşıp, Marmara’ya doğru yolu takip edince, Hamzakoy’a ulaştık. Çok güzel bir koy. Halka açık bir plaj. Biz yazın ne güzel denize girilir diye hayal kurarken, 80 yaşında bir bey Denize girerek bizi hayretler içinde bıraktı :)
Karavanı park ettiğimiz yer, sahile yakın ve set üstünde güzel manzaralı bir konumda. Belediye, Hamzakoy ile merkez arasında, sahilden uzun bir yürüyüş yolu yapıyor. Günlük 10 bin adım planlayanlar için ideal bir parkur :)
Sahilin gerisinde barlar ve kafeler var. Salı günü arka caddede çok büyük bir pazar kuruluyor, salı günü Gelibolu’da olursanız mutlaka uğrayın. Merkezde ki Belediye binası ve Fener parkı, boğazı görebileceğiniz en iyi noktalar. Sizde, bizim gibi sadece feribot iskelesini biliyorsanız çok şaşıracaksınız.
Tekneler buradan nasıl çıkar akıl ermiyor.
Belediye binasının eski taş döşeli yolu
Manzara güzel
Azepler Camii (Azep; Deniz Eri demek) 1407 yılında Beşeoğlu İskender Bey tarafından yaptırılmış. Açık hava camii
Kırım savaşında, Türkler ile birlikte savaşan Fransız Ölütlüğü (Ölütlüğü tabiri tabelada yazıyordu)
İçerisi
Yağcızade Camii
Tek tük kalan evlerden
580 yıllık tarihe sahip Şengül Hamamı (Restorasyon dan sonra tekrar gelmek lazım)